19 Eylül 2015 Cumartesi

PORTOBELLO CADISI (PAULO COELHO)

PORTOBELLO CADISI  (PAULO COELHO)


·         Kim lambayı yaktıktan sonra onu kapının ardına gizler ki; Işığın amacı daha çok ışık yaratmak, insanların gözlerini açmak, çevremizdeki mucizeleri aydınlığa çıkarmaktır.
·         Boş inançlar ne kadar saçma görünürse görünsünler, insanoğlunun düş gücüne yerleşip kalırlar ve insanlar tarafından fazla düşünülmeden sık sık kullanılırlar.
·         Kimse kimseyi yönlendiremez. Bütün ilişkilerde iki taraf da ne yaptığını bilir, sonradan taraflardan biri kullanıldığından yakınsa bile.
·         Bize yol gösterenlere körü körüne güveniriz, çünkü bizden daha fazla bildiklerine inanırız. İnanırız da bizden daha fazla bilmediklerine kalıbımı basarım. Öğretirken öğrendikleri söylemişlerdi.
·         Yüce Ana’dan bize yol göstericiler göndermesini bekleriz, o ise izlememiz gereken yolun işaretini gönderir yalnızca.
·         Bakire’nin (elbette cinsel bakirelikten söz etmiyorum) arayışı bütünüyle bağımsız oluşundan kaynaklanır ve öğrendiği her şey karşısına dikilen güçlüklere tek başına karşı koyabilme yeteneğinin meyvesidir.
·         Şehit kendini tanımanın yolunu acıyla, teslimiyetle, çileyle bulur. Azize, yaşamın gerçek nedenini koşulsuz sevgide ve karşılığında hiçbir şey istemeden verme yeteneğinde bulur. Cadı, varlığını eksiksiz ve sınırsız hazzın peşine düşerek doğrular. Kadınlar genellikle bu geleneksel dişi arketiplerinden birini seçmek zorundadırlar. Ama Athena bunların dördü birdendi.
·         Kim olduğumuzu anlamanın en iyi yolu, çoğu zaman başkalarının bizi nasıl gördüğünü öğrenmektir.
·         Kültürün genlerle aktarılan bir şey olmadığını anlattım ona.
·         Athena, Yunanistan’ın başkenti, aynı zamanda Yunanlıların bilgelik, akıl ve savaş tanrıçasının adı olduğunu biliyorum.
·         Athena üniversiteden ayrılma kararını bildirdiğinde; Böylesine kökten bir adım atmadan önce biraz daha düşünmesini istedim, ama o Robert Frost’tan şu dizeleri okudu;
Ormanda iki yol belirdi önümde, ve ben
Daha az yürünmüş olanı seçtim,
Bütün fark buradaydı işte
·         Dünyanın varlığını uyum içinde sürdürmesi için tek gereken, her varlığın doğa yasalarına uymasıymış.
·         Tanrının bütün yaratıkları içgüdüleriyle hareket ederler ve yalnızca programlandıkları şeyleri yaparlar.
·         İsa efendimiz On Emir’den çok daha güçlü bir bağ yaratmıştı ve bu bağın adı sevgiydi.
·         İster insan olsun ister tanrı, sevgiye tümüyle teslim olmak, kendi rahatımız ve karar verme yeteneğimiz de dahil her şeyden vazgeçmek demektir.
·         Müzik bizi yalnızca rahatlatan ya da alıp götüren bir şey değil, bundan öte bir şey, bir ideoloji. Bir insanın ne tür müzik dinlediğine bak, nasıl biri olduğunu anlarsın.
·         Tüm yaraları iyileştiren zaman, bana tuhaf bir şey de öğretti; hayatta birden fazla insanı sevmenin mümkün olduğunu. (Athena’nın eşi)
·         Aşkın büyüklüğünü, bir yolun uzunluğunu ya da bir binanın yüksekliğini ölçer gibi ölçemezsiniz.
·         Athena’dan çevresinde gördüğü ve işittiği her şeye dikkat etmesini istedim. Rüzgârda kıpırdayan yapraklar, göldeki dalgacıklar, ötüşen kuşlar, havlayan köpekler, ortalıkta koşuşturan çocukların bağırtıları; her şey yetişkinlere anlaşılmaz gelen tuhaf bir mantığa ayak uydurur gibiydi. Her şey hareket ediyor ve her şey belirli bir ritimle hareket ediyor. Ses çıkarıyor. İlk insanlar belki bundan korkmuşlardı, ama çok geçmeden korkunun yerini huşu almıştı. Bunun bir üstün Varlığın kendileriyle iletişim kurması olduğunu anlamışlardı. Ona yanıt vermek için, çevrelerindeki sesleri ve hareketleri taklit etmeye başladılar, dans ve müzik böyle doğdu.
·         Ağızlar açılmıyorsa, söylenecek önemli bir şey var demektir.
·         Verteks (matematikte üçgenin tepe açısı) içimizde gizlidir, onu kabullenir ve ışığını fark edebilirsek ona erişebiliriz.
·         Bir tepeye, kutsal bir dağa tırmanan bir dağcıymışsın gibi, bitkin düşünceye kadar dans edeceksin. Soluk soluğa kalıncaya, soluğun kesilinceye kadar dans edeceksin; öyle ki, sonunda kim olduğunu unutasın, zaman ve mekânla hiçbir bağın kalmasın.
·         Aynı enerjiyle kenetlenmiş bir topluluk, herkesin transa geçmesini sağlayan bir ruh ortamı yaratıyor.
·         Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor.
·         Ev sahibi; Topluluğumuza sevgiyi bulmak için mi katıldınız? Topluluğunuza hayatıma bir anlam aradığım için katıldım.
·         Dans ederken, ruh dünyasıyla gerçek dünya mutlu bir biçimde bir arada var olurlar. Klasik bale yapanlar neden parmaklarının ucunda dans ediyorlar, biliyor musunuz? Aynı anda hem yere değiyorlar, hem de göğe erişiyorlar da ondan. (s61)
·         Değişikliği nasıl mı fark ettim? Çalışanlar orkestra gibidir, iyi bir yönetici de orkestra şefine benzer; kimin ahengi bozulduğunu, kimin gerçekten kendini vererek çaldığını, kimin orkestraya ayak uydurmakla yetindiğini anlar.
·         Bazen düşünüyorum da, birçok meslektaşımın verimliliği geliştirmek için pek bir şey yapmaması aslında çok mantıklı; Başaramazlarsa, yetersiz diye niteleniyorlar. Başarılı olursa, o zaman da düzeyi sürekli geliştirmek zorunda kalıyorlar ki bu da erken bir kalp krizini garantiliyor.
·         Birinden bir sırrı öğrenmek istiyorsanız, onu ürkütmemeniz gerekir. (s65)
·         Kuşlar, ötmeyi, yiyecek bulmalarına, yırtıcılardan korunmalarına ya da parazitlerden kurtulmalarına yardımcı olacağı için öğrenmezler.  Darwin’e göre kendilerine bir eş bulmanın ve türlerini sürdürmenin tek yolu bu olduğu için öterler.
·         İnsan soyunun evrimi ile bir banka şubesinin evrimi arasında ne fark var? Hiçbir fark yok. İkisi de aynı yasaya bağlı; Yalnızca en güçlü olan hayatta kalır.
·         “Müşteri hizmetlerinde daha verimli olmak için müzikten yararlanmaya başladılar.” Bir başka yönetici bunun hiç de yeni bir fikir olmadığını, süpermarketlerin de aynı yöntemi kullandıklarını, müşterileri daha çok şey almaya kışkırtan hızlı müzikler çaldıklarını söyledi. (s68)
·         Bir gün yirmi dört saatten ve sonsuz sayıda andan oluşur. Her anın farkında olmamız ve ister bir işle uğraşıyor, ister hayatla ilgili derin düşüncelere dalmış olalım her anı sonuna kadar yaşamamız gerekir. (s68)

·         İlkeler;
1.       Hepimizin bilinmeyen, büyük olasılıkla sonsuza kadar da bilinmeyecek bir yeteneği vardır. Yine de bu yetenek müttefikimiz olabilir. Bu yetenek ölçülmesi ya da ekonomik değer verilmesi mümkün olmadığından, hiçbir zaman ciddiye alınmaz.
2.       İnsanlar ruhlarının söylemeye çalıştığını bedenleriyle dile getirebildikleri sürece kökeninin hiç önemi yok.
3.       Çalışanlarımın, işe gelmeden jimnastik ya da aerobik yapmaya özendirmek yerine, onlardan en az bir saat dans etmelerini istiyorum. Bu bedeni ve zihni canlandırıyor. Biriken enerjiyi işlerine yönlendiriyorlar.
4.       Müşteriler ve çalışanlar aynı dünyada yaşarlar; gerçeklik, beyne giden bir dizi elektriksel uyarılardan başka bir şey değildir. Gördüğümüzü sandığımız şey, beynin tümüyle karanlık bir bölgesine giden bir enerji atışıdır. Ama başkalarıyla aynı dalga boyunu yakalarsak, o gerçekliği değiştirmeyi deneyebiliriz. Sevinç de tıpkı heyecan ve sevgi gibi bulaşıcıdır. Hüzün, depresyon ya da nefret de öyle, müşteriler ve öteki çalışanların “sezgisel” olarak kapabilecekleri şeyler. Performansı arttırmak için, pozitif uyartıları canlı tutacak mekanizmalar yaratmalıyız. (s70)
·         Yüce Allah rahimdir, her zaman yanımızdadır. Dürüst bir hayat sürdürmen yeterlidir.
·         Sabır neden bu kadar önemlidir? Çünkü bir şeye dikkatimizi vermemizi sağlar.
·         Ruhun beyninle iletişim kurabilirse daha çok şeyi değiştirebilirsin.
·         Düşüncenin sözden önce geldiğini anlattım ona. Düşünceden önce de, onu oraya yerleştiren ilahi kıvılcımın geldiğini.
·         Öğretmen nedir? Öğretmen bir şeyler öğreten biri değil, öğrencinin zaten bildiği şeyi keşfetmesi için ona esin veren kişidir. (s77)
·         Yazdığın kalem yalnızca bir araç. Bilinci yoktur, onu elinde tutanın arzularına boyun eğer. (s78)
·         İki tür yazı vardır;
1.       Salih olmakla birlikte ruhtan yoksundur. Hattat yazma tekniğinde ustalaşmışsa da yalnızca işin zanaatına odaklanmıştır. O yüzden yazı gelişmez, kendini tekrar eder.
2.       Hem büyük teknik vardır hem de ruh. Bunun için, hattatın meramının kelimeyle uyum içinde olması gerekir. O zaman, en hüzünlü mısralar  bile yürek parçalayıcı olmaktan çıkarlar, yolda karşılaşılan basit olaylara dönüşürler.
·         Yolun kendisi, seni bu yola yönelten şeyden daha önemli. Bir keresinde, sana dans etmeyi öğreten kişinin müziği yalnızca kafasında hayal ederek de dans edebildiğini anlamıştım.
·         Eğer bütün kelimeler bitişik olsaydı bir anlam çıkmazdı ya da en azından anlamı çıkarmak çok zor olurdu. (s81)
·         Kelimelerde uştalaştın, ama henüz boşluklarda ustalaşmadın. Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz, bir kelimeden öbürüne geçerken yolunu şaşırıyor. (s82)
·         Okuduğunuz bütün o kitapları göz önüne alırsak, dans ederek bir ışık görmemizi sağlayan transa benzer bir duruma gelebileceğimize inanıyor musunuz? Ve ışın bize, mutlu olup olmadığımızdan başkan bir şey söylemediğine? Elbette inanıyorum, ama bu yalnızca dansla olmaz, dikkatimizi odaklandırmamızı ve bedeni ruhtan ayırmamızı mümkün kılan her şeyle olur. (s93) Örneğin; yogayla, duayla ya da Budistlerin meditasyonuyla.
·         Bütün yollar farklı olduğu halde, her zaman insanların bir araya geldikleri, birlikte coşup kendinden geçtikleri, karşılaştıkları zorlukları tartıştıkları ve kendilerini Yüce Ana’nın Yeniden Doğuşu’na hazırladıkları bir noktada olduğunu açıklayabilirdim. (s95)
·         Oradan oraya göç edenler için zaman yoktur, yalnızca mekan vardır, o yüzden olup biteni bu gün gibi hatırlarız.
·         Saçlarımı çözdüler, göbek bağını kesip bitrkaç düğüm attılar ve bebeği kucağıma verdiler. Geleneklerimiz (Çingene), babaya ait bir beze sarılmasını gerektirir.
·         Bütün fırtınalar yıkım getirir, ama yağmurla birlikte hem tarlalar sulanır, hem de göyüzünden bilgelik yağar. (s107)
·         Bütün fırtınalar gelip geçer, ne kadar şiddetliyse o kadar kısa sürer.
·         Biz torağın sahibi değiliz, toprak bizim sahibimiz. (s110)
·         Eskiden durmadan yolculuğa çıkardık, çevremizdeki her şey bizimdi; bitkiler, su, arabalarımızla geçtiğimiz topraklar. Yasalarımız doğa yasalarıydı: Güçlü olan ayakta kalırdı ve biz zayıflar, ebedi sürgünler gücümüzü gizlemeyi, ancak gerekli olduğunda kullanmayı öğrenmiştik.
·         Biz tanrının evreni yarattığına inanmayız. Tanrı’nın evren olduğuna, bizim onun içinde, onun da bizim içimizde olduğuna inanırız. (s110)
·         Benim halkım kan bağıyla bağlı olduğum insanlar değil, düşüncelerimi paylaştığım insanlar. (s111)
·         Birine tapınmanın o kişiyi dünyamızın dışına yerleştirmek anlamına geldiğini söyledim.
·         Peki, evreni tek başımıza kutlayabilecekken bunu neden topluca yapıyoruz?  Çünkü onlar benim, ben de onlarım.
·         Bakire olmadığım için Çingene geleneğine göre başörtüsü takmam gerekiyordu.
·         Öğren, ama öğrenirken her zaman yanında başkaları da olsun. Yalnız başına arama, çünkü yanlış bir adım attığında yanında sana doğru yolu gösterecek kimseyi bulamazsın. (s115)
·         Mutluluk nedir?  Mutluluğun aşk olduğunu söylüyorlar. Oysa aşk mutluluk getirmez, hiçbir zaman da getirmemiştir. Tam tersine sürekli bir kaygı durumudur aşk, bir savaş meydanıdır; kendi kendimize sürekli olarak acaba doğru mu yapıyorum diye sorduğumuz uykusuz gecelerdir. (s120)
      
      Nisan/2015

GÖZLEMCİLERİ GÖZLEMLEYENİN GÖZLEMİ (Friedfich Dürrenmatt)

GÖZLEMCİLERİ GÖZLEMLEYENİN GÖZLEMİ (Friedfich Dürrenmatt)


Ne gelecek? Gelecek ve gidecek? Bilmiyorum, hiçbir şey sezmiyorum. Bir örümcek, belirli bir noktadan hedefine doğru indiğinde, önüne hep, ne denli çırpınsa da ayağını basamayacağı boş bir uzam görür. Benim durumumda böyle; önümde hep boş bir uzam; beni öne doğru götüren ise, arkamda kalmış bir sonuçtur. Bu yaşam ters ve dehşet verici, dayanılacak gibi değil. (Kierkegaard)
1
2
3
4
·         İnsanın birisini sevdiği sanısına kolaylıkla kapılabildiğini, aslında yalnız kendi kendini sevdiğini,
·         Yaşamın anlamının yaşamın kendisi olduğuna ve bu yüzden yaşamın ilkesel olarak katlanılamaz oluşuna ilişkin, yaşamın kendisine sıkı sıkıya bağlı kavrayışın yol açtığı psikosomatik (psikolojik kökenli fiziksel hastalıklar) bir görüngü olarak tanımlandığını,
·         Bir kimseden gizliden gizliye nefret eden ve nefret ettiği kimsenin bunu bildiğini ansızın öğrenen birisi için kaçıp gitmekten başka çare kalmayacağını
5
·         Hiçbir insanın kendi kendisiyle özdeş olmadığını, çünkü insanın zamana bağlı oluşunu, tam olarak söylemek gerekirse her saniye bir öncekinden başka bir insan olduğunu söyleyerek,
·         Her gözlemlenenin bir gözlemleyeni olduğu, bu gözlemleyenin şimdi gözlemlenen tarafından gözlemlendiğinde kendisinin de bir gözlemlenene dönüştüğü yolundaki mantıksal saptamanın kanıtlanmış olduğunu, bunun sıradan bir mantıksal ilişki olduğunu, ancak gerçekliğe aktarıldığında tehdit edici bir etkisi bulunduğunu, kendisini gözlemleyenlerin, kendisi onları gözlemlediğinde suçüstü yakalandıkları duygusuna kapıldıklarını, suçüstü yakalanmanın aşağılanma duygusu uyandırdığını, aşağılanma duygusunun da çoğu zaman saldırganlığa yol açtığını,
·         Herkesin herkes tarafından gözlemlendiği duygusuna kapıldığını ve herkesi gözlemlediğini, insanın günümüzde gözlem yapan insan olduğunu,  devletin insanı her zaman daha ince yöntemlerle gözlemlediğini, insanın her zaman daha ümitsizlik içinde, gözlemleniyor olma duygusundan kaçmaya çalıştığını, devletin insandan ve insanın devletten her geçen gün daha çok kuşkulandığını, yine her devletin öteki devletleri gözlemlediğini ve her devletin kendisini gözlemlediğini sandığını,
·         insanın doğayı da daha önce hiç görülmedik bir biçimde gözlemlediğini, bunun için kameralar, teleskoplar, stereoskoplar, radyo teleskopları, röntgen teleskopları, mikroskoplar, elektron mikroskopları, senkrotonlar, uydular, uzay araçları, bilgisayarlar gibi her geçen gün daha da duyarlılaşan araçlar bulunduğunu, doğanın sırlarının her geçen gün yeni gözlemlerle, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki kuvarslardan, milimetrenin milyarda biri kadar küçük parçacıklara dek, elektromanyetik ışıkların ışıyan kütle oldukları ve kütlenin de katılaşmış donmuş ışıma olduğu bilgisine varıncaya kadar, daha da çözüldüğünü, insanın doğayı bugüne kadar hiç bu kadar çok gözlemlememiş olduğunu, insanın karşısında doğanın adeta çırılçıplak durduğunu, hiçbir sırrının kalmadığını ve sömürüldüğünü, kaynaklarının har vurulup harman savurduğunu, doğa da kendi açısından onu gözlemleyen insanları gözlemliyormuş ve saldırganlaşıyormuş gibi geldiğini,yalnızca bir direniş, bilinçli bir karşı koyma olduğunu, buna karşılık zararlı maddeleri zararsız kılmanın, yeni virüslerin, depremlerin, kuraklıkların sellerin, fırtınaların ve yanardağ patlamalarının ise, gözlemleniyor olma durumuna karlı alınmış önlemler oldukları,
·         Gözlemlemenin bir nesneleştirme olduğunu
·         Gözlemlenmiyor olmanın kendisine dikkate değer bulunmamak gibi geldiğini dikkate alınmamış olmanın önemsiz olma, önemsiz olmanın ise anlamsız olma gibi geldiğini, bu yüzden varoluşlarının anlamsızlığından duydukları korku yüzünden herkesin birbirini gözlemlediğini, birbirinin fotoğraflarını ve filmlerini çektiklerini, insana bir anlam kazandırmak için onu artık kendisinden başka kimin gözlemleyebileceğini, böyle bir evren canavarı karşısında kişileşmiş bir tanrının, herkesi teker teker gözlemleyen, dünyanın hükümdarı ve baba olarak Tanrı’nın olanaklı olmadığını,
·         Kişileşmemiş bir tanrının düşünülebileceğini, duygunun her şey olduğunu, adın ise ses ve dumandan ibaret olduğunu, gökyüzünün kor ateşiyle sise büründüğünü, insan yüreğinin çini sobasına tutsak edildiğini, ama insan zihninin de, insan dışında bir anlam daha uyandırmaktan aciz olduğunu, çünkü düşünülebilir ve yapılabilir her şeyin, mantığın, metafiziğin, matematiğin, doğa yasalarının, sanat yapıtlarının, müziğin, şiir ve yazın sanatının yalnızca insan sayesinde anlam kazandığını, insan olmayınca düşünülmeyen ve böylece anlamsız olan düzeyine düştüğünü,
·         İnsanlar silahlanma yarışına girerlerse bu yarıştakilerin elbette birilerini gözlemlemek zorunda kalacaklarını, sonsuza dek silahlanabilmeyi umduklarını, silahlanma yarışı olmazsa, bu yarışa girenlerin anlamsızlığa düşeceklerini, oysa silahlanma yarışı herhangi bir arıza yüzünden atom bombasıyla yapılan bir havai fişek gösterisine yol açarsa, hiç kimsenin izlemediği bir havai fişek gösterisinden başka bir şey olmayacağını,
·         Ölümü, tüm gazetelerde yer aldığını, şimdi gözlemlendiğini ve böylelikle dikkate alındığını ve aradığı anlamı bulduğunu söyledi. (s26)
6
·         Gelecekten beliren, şimdiki zamana göz kırpan ve geçmişe gömülen sayısız Ben zinciri olduğu, bu yüzden Ben diye adlandırılan şeyin geçmişte biriken tüm Ben’ler için bir ortak ad olduğunu, bu adın sürekli büyüyen ve gelecekten gelip şimdiki zamandan geçerek düşen Ben’le örtüleceğini, yaşantı ve anı kırıntılarının bir toplamı olacağını, en alttaki yaprakların çoktan humusa dönüştüklerini ve yeni kopup aşağı doğru süzülen yapraklar sayesinde gitgide yükselen bir yaprak yığınına benzetilebileceğini, bunun da bir Ben kurgusuna götüren süreç olduğunu, bu süreçte herkesin kendi Ben’ini uyduracağını, kendine az çok iyi oynamaya çalışacağı bir rol yazacağını, bir kimsenin bir karakter olarak ortaya çıkıp çıkmamasının onun oyunculuk başarısına bağlı olduğunu, bir rolü ne denli bilinçsiz ve kasıtsız bir biçimde oynarsa, o denli sahici bir izlenim bırakacağını, bilinçli bir oyunculuğun bir yapaylık izlenimi bıraktığını,
7
8
9
·         Avrupa’nın trajik olana, İslam kültürünün ise yazgısal olana eğilim gösterdiğini,
10
11
12
13
·         Beni öne doğru götüren ise benim arkamda (bag) duran bir sonuçtur.
14
15
16
17
18
·         Gerçek eğitimin, üstesinden gelinmek istenen dünyadan nasıl yararlanılacağını öğrenmek olduğunu kavramıştı.
·         Hırsızların fotoğrafını çekmek için hırsızlar gibi düşünmek gerekirdi, hırsızlar açıkgöz olurlar ve ışıktan korkarlardı.
19
20
·         Tarıya inanıp inanmadığını sordu.  Eğer bir tanrı varsa, bu tanrının arı tin olarak arı gözlemleme olduğu ve evrimsel bir biçimde boşalan ve arı hiçliğe akan madde sürecine müdahale etme olanağının bulunmadığı, protonlar bile parçacıklarına ve bu akış içinde yeryüzü, bitkiler, hayvanlar ve insanlar ortaya çıktığına ve yok olduğuna göre Tanrının ancak arı gözlemleme ise kendi yaratımına bulaşmadan kalabileceği
·         Duyuların arı gözlemi boyadıkları ve bu yüzden bu iğrenç dünyadan uzak durmak yerine ona katılmış olduğu,
·         Yaşantının içinde geçtiği zamanı ve uzamı yalnızca kameranın saptayabileceği, kamera olmazsa yaşantının akıp gideceği, daha yaşanıldığı anda geçmişe karışacağı, böylelikle yalnızca bir anı ve her anı gibi saptırılmış, kurgulanmış olacağı
·         Tanrının gözlemlenemeyeceğini, tanrının özgürlüğünün gizli saklı bir tanrı olmasından kaynaklandığını, ancak kimin tarafından gözlemlendiğinin ve gülünç duruma düşürüldüğünün ise daha da korkunç olacağını, bunu bir bilgisayar sisteminin yaptığını, (s93)
21
22
·         Bir oyunun sahnelenebileceği, gerçekliğin ise sahnelenemeyeceğini, yalnız görüntülenebileceğini,
23
24

Nisan/2015

INSANIN ANLAM ARAYIŞI (Viktor E. Frankl)


ÖNSÖZ
  • Frankl, Nevroz türleri arasında ayırım yapmakta, acı çeken kişinin, varoluşunda bir anlam ve sorumluluk duygusu bulmayı başaramayışına  bağlamaktadır. Freud, cinsel yaşamdaki engellemeyi vurgular.; Frankl ise “anlam isteminin” engellenmesini.
  • İnsanın, “Her şeyden yoksun kalmış yaşamından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını” ansızın kavradığı zaman neler yaptığını görür.
  • Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktadır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez.
  • Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir.
  • Başarıyı amaçlamayın. Bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. Çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece kişinin, kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi olarak ya da kişinin kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır. Mutluluğun kendiliğinden olması gerekir, aynı şey başarı için de geçerlidir.
1. Bölüm TOPLAMA KAMPI DENEYİMLERİ  (Auschwitz)
  • İkinci Dünya Savaşı bize sinir savaşını ve toplama kamplarını kazandırdı. (s21)
  • “Af yanılması” denilen bir durum vardır. İdama mahkûm edilen bir insan, infazından hemen önce, son dakika affedileceği yanılsamasına kapılır.
  • “Aklınızı kaybetmenize neden olacak şeyler vardır ya da aklınız yoktur.” (Lessing)
  • Yeni gelen tutuklular, her şeyden önce, tutsağın, evine ve ailesine yönelik sınırsız özlemi söz konusuydu. Kişi, özlemin kendisini yiyip bitireceğini hissediyordu. Bunu tiksinti izliyordu.
  • İnsanı en çok yaralayan şey fiziksel acı değil, haksızlığın, mantıksızlığın verdiği ruhsal ıstıraptır.
  • Katılaşmış bir tutukluda bile içerlemenin alevlenebileceği durumlar olabilir. Bu, acımasızlığın ya da fiziksel acının değil, bunlarla birleşen aşağılamanın yarattığı bir içerlemedir. (s40)
  • Tutukluların arzuları rüyalarında açıklık kazanıyordu. Kamp sakinlerinin rüyalarında en çok görülen şey neydi? Ekmek, pasta, sigara ve ılık banyo.
  • Yetersiz beslenme, zihnin sürekli yiyeceklerle meşgul olmasına yol açmasının yanı sıra, cinsel dürtünün genellikle bulunmayışının da açıklaması olabilir. İlk şok etkisinin dışında, bu bütün erkek kamplarındaki bir psikologun mutlaka gözlemleyeceği olgunun tek açıklaması gibi gözükmektedir.
  • Gerçek; insanın özleyebileceği nihayi ve en yüksek hedef, sevgidir.
  • Dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın, kısa bir an için de olsa, sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım.
  • Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer. Sevgi en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. Sevilen kişinin yaşayıp yaşamaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkıyor.
  • İçsel yaşamdaki yoğunlaşma tutuklunun geçmişe kaçışını sağlayarak, varoluşunun boşluğundan, terk edilmişliğinden ve tinsel yoksulluğundan kurtulmasına yardım ediyordu.
  • Mizah, kendini koruma savaşında, ruhun bir başka silahıydı. Mizahın, insan yapısındaki diğer her şeyden çok, birkaç saniyeliğine de olsa, uzaklaşarak bir durumun aşılmasını sağlayabileceği, çok iyi bilinmektedir. (s58)
  • Mizah duygusu gelişme ve olayları mizahi bir ışık altında göreme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir.
  • Boş bir odaya belli bir miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. Dolayısyla insanın çektiği acının “büyüklüğü” kesinlikle görecelidir.
  • İnsan yaşamının değerini ve insan onurunu tanımayan, kişiyi iradeden yoksun bırakan ve (fiziksel kaynaklarından son kırıntısına kadar planlı olarak yararlandıktan sonra) imha eden bir dünyanın etkisi altında, kişisel ego sonunda değerini kaybediyordu. Toplama kampındaki bir insan, özsaygısını kurtarmak için bütün bunlarla sonuna kadar mücadele etmediği takdirde, bir birey, kendine ait bir aklı, iç özgürlüğü ve kişisel değerleri olan bir varlık olam duygusunu yitiriyordu.  Bu durumda kendini dev bir insan kitlesinin sadece bir parçası olarak; varoluşunu da hayvan yaşamının düzeyine inmiş birisi olarak hissediyordu. (s65)
  • Yapılan her şeye her an dikkat edilen zoraki bir topluluk yaşamının, en azından geçici bir süre için de olsa, toplumdan kaçmaya yönelik dayanılmaz bir güdü yarattığı çok iyi bilinmektedir.
  • Yaşamı anlamlı ve amaçlı kılan şey de, insanın elinden alınamayan ruhsal (tinsel) özgürlüktür.
  • Aktif bir yaşam, insana, değerlerini yaratıcı çalışmayla gerçekleştirme fırsatı verme amacına hizmet eder; buna karşılık eğlenceden oluşan pasif bir yaşam ise ona güzelliği, sanatı ya da doğayı içine alan yaşantılarda doyum bulma fırsatı verir. Hem yaratıcı çalışmadan hem de eğlenceden hemen hemen yoksun olan ve yüksek ahlaki davranış olasılığından başka bir şeyi kabul etmeyen bir yaşamda da; yani insanın dışsal güçlerle kısıtlı varoluşuna yönelik tutumunda da bir amaç vardır. Yaratıcı yaşam da eğlence (haz) yaşamı da ona yasaktır. Anlamlı olan sadece yaratıcılık ya da zevk değildir. Eğer yaşamda gerçek bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın, insan yaşamı tamamlanmış olmaz.
  • Bir insanın kendi kaderi ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, kendi davasını seçiş yolu, ona, en ağır koşullar altında bile, yaşamına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. Yaşam yiğitçe, onurlu ve özgecil (kendini değil etrafındakileri düşünen, fedakar) olabilir. Ya da şiddetli kendini koruma kavgasında kişi, kendi insan onurunu unutup bir hayvan düzeyine inebilir. Burada, insanın zor bir durumun sunduğu ahlaki değerlere ulaşma fırsatlarından yararlanma ya da vazgeçme arasındaki seçimi yatmaktadır. Bu da, o insanın acılarına değip değmediğini belirler.
  • İnsan kendi acıları yoluyla bir şeye ulaşma şansıyla birlikte, her yerde kaderle karşı karşıyadır. (s83)
  • Eski tutuklular, deneyimlerini yazarken ya da anlatırken, en can sıkıcı etkinin, tutukluluğunun ne kadar süreceğini bilmemesi olduğunu kabul etmektir. Serbest bırakılacağı gün için bir tarih verilmemiştir. Tutukluluk süresi belirsizliğinin yanı sıra sınırsızdı da. Ünlü araştırma cı bir psikolog, toplama kampındaki yaşamın, “geçici bir varoluş” olarak adlandırılabileceğine dikkati çekmişti. Bunu “sınırı bilinmeyen geçici bir varoluş” olarak tanımlayıp genişletebiliriz.
  • Varoluş biçiminin bitip bitmeyeceğini ya da bitecekse ne zaman biteceğini kestirmek olanaksızdı.
  • Latince “finis” kelimesinin iki anlamı vardır. “Son” ya da “varış”
  • “Geçici varoluşun”nun sonunu görmeyen bir insan, yaşamdaki nihayi bir hedefe yönelemiyor. Normal yaşamdaki birisinin tersine, gelecek için yaşamaktan çıkıyor. Bu nedenle içsel yaşamının yapısının tamamı değişiyor, yaşamın diğer anlamlarından bildiğimiz çürüme belirtileri oluşuyor. Örneğin işsiz madenciler üzerinde yapılan bir araştırmalar, işsizliklerinin sonucu olan bir tür zaman (içsel zaman) deformasyonu yaşadıklarını ortaya çıkarmıştır. Örneğin; Tutuklular kampta, işkenceyle ve yoğunlukla dolu olan bir gün, sonsuz gibi görünüyordu. Sanatoryumda yatan ve taburcu tarihlerini bilmeyen veremli hastaların tinsel gelişmeleri incelenmiş –geleceksiz ve hedefsiz- varoluş yaşamışlardır.
  • Gelecekte bir hedef görmediği için kendini çöküşe bırakan bir insan, kendini geçmişe yönelik düşüncelere dalmış buluyordu. (s87)
  • Geçici varoluşumuzu gerçek dışı bir şey olarak değerlendirmek, tutukluların yaşamla olan bağlarını yitirmesinde kendi içinde önemli bir etkendir. Her şey bir şekilde anlamsızlaşıyordu.
  • Kampın güçlüklerini kendi içsel güçlerine yönelik bir sınav olarak almak yerine, yaşamlarını ciddiye almıyor ve anlamsız bir şeymiş gibi küçümsüyorlardı. Gözlerini kapatıp geçmişte yaşamayı tercih ediyorlardı.
  • Yaşam, bir dişçiye gitmeye benzer. Her an, daha kötüsünün henüz yaşanmadığına inanırsınız, oysa zaten yaşanmış bitmiştir.
  • Sadece geleceğe bakarak –kendi evrensel doğası içinde- yaşayabilmek, insana özgü bir olgudur.
  • Bir insanın ruhsal durumuyla –cesareti ve umudu ya da bunların bulunmayışı- vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayacaktır.
  • Kamptaki bir insanın içsel gücünü yeniden kazanmasını sağlamaya yönelik bir çabanın, ilk önce ona gelecekte bir hedef göstermeyi başarması gerekiyordu. Varoluşlarının ürkütücü nasıl’ına katlanmalarını sağlayacak bir güce ulaşmaları için yaşamlarında bu insanlara bir neden –bir amaç- göstermek gerekir. (s92)
  • Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunu yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için, kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelir.
  • Yaşamın anlamını genel terimlerle tanımlamak olanaksızdır. Yaşamın anlamına yönelik sorular, genel ifadelerle yanıtlanamaz. Yaşamdaki işler son derece gerçek ve somuttur. Bunlar, her bireyde farklı ve eşsiz olan kaderi oluşturur. Hiçbir insan ve hiçbir kader, bir başka insanla ya da kaderle kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrarlamaz ve her bir durum farklı bir tepki gerektirir. Bazen insanın kendini içinde bulunduğu bir durum, eylem yoluyla kendi kaderini şekillendirmesini gerektirebilir. (s93)
  • Bazen insanın sadece kaderini kabul etmesi, kendi talihsizliğine katlanması gerekebilir. Her durum, kendi eşsizliğiyle ayırt edilir ve eldeki durumun getirdiği soruna her zaman için sadece tek bir doğru yanıt vardır.
  • Bir insan, acı çekmenin kaderi olduğunu gördüğü zaman, acısını kendi görevi olarak kabul etmek zorunda kalacaktır. Hiç kimse onu acıdan kurtaramaz ya da onun yerine acı çekemez.
  • İki adam intihar niyetinden söz etmişti. Sorun, yaşamın onlardan hala bir şeyler beklediği; gelecekte kendilerinden bir şeyler beklendiği, kavramını sağlamaktı. Birinin, çok sevdiği ve yabancı bir ülkede onu bekleyen bir çocuğu olduğunu anladım. Diğeri ise bilimciydi ve henüz tamamlanmayı bekleyen bir dizi kitap yazmıştı. Onun işini de ondan başkası yapamazdı. Her bireyi ayırt eden ve varoluşuna anlam veren bu eşsiz ve teklik durumu, insan sevgisi üzerinde olduğu kadar yaratıcı çalışma üzerinde de bir etkiye sahiptir. Bir insanın yerine bir başkasının konulmasının olanaksızlığı kavrandığı zaman, bu, kişinin, o insanın varoluşuna yönelik sorumluluğunu olası kılar. Kendini sevecenlikle bekleyen bir insana ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, yaşamını kesinlikle bir yana itemeyecektir. Varoluşunun “nedeni”ni bilecek ve hemen her “nasıl”a dayanabilecektir. (s95)
  • Davranışların anında ortaya çıkan etkisi, her zaman için, sözlerden çok daha etkilidir.
  • Hala hayatta olanların umutlanmak için nedeni vardı. Sağlık, aile, mutluluk, mesleki yetenekler, talih, topluluktaki konum; Bütün bunlar tekrar kazanılabilecek ya da eski durumuna getirilebilecek şeylerdi. Her şey bir yana, kemiklerimiz hala yerli yerindeydi.
  • “Beni öldürmeyen şey, beni daha da güçlü kılar.” (Nietzsche)
  • “Dünyadaki hiçbir güç yaşadığın şeyi elinden alamaz.”                                                         Artık geçmişte kalmasına karşın, sadece yaşadıklarımız değil, yaptığımız hiçbir şey, sahip olduğumuz düşüncelerin, çektiğimiz onca acının hiçbirisi kaybedilmiş değildi; geçmişi biz yaratmıştık. Geçmişte yapmış ya da olmuş olmak, varolmanın bir başka, belki de en emin şekliydi.
  • İnsan yaşamının, hangi şartlar altında olursa olsun, hiçbir zaman anlamını yitirmediğini ve yaşamın bu sonsuz anlamının, acı çekmeyi ve ölmeyi, yoksulluğu ve ölümü de kapsadığını anlattım.
  • Gardiyanlar arasında, klinik anlamıyla sadist olanlar vardı. Sadistler seçiliyordu. (s100)
  • Gardiyanların çoğunluğunun duyguları, kampın acımasız yöntemlerine her an artan oranlarda tanıklık ettikleri yıllar içinde köreliyordu.
  • Dünyada iki insan ırkı olduğunu, ama sadece iki ırk olduğunu –soylu insan “ırkı” ve soysuz insan “ırkı” öğrenebiliriz. Her ikisi de her yerde bulunur, toplumun her kesimine sızar. Hiçbir grup sadece soylu ya da sadece soysuz insanlardan oluşmaz. Bu anlamda hiçbir grup “arı ırk” değildir.
  • Ağır bir ruhsal baskı altında olan bir insanın, özellikleri baskının birdenbire kalkması nedeniyle, özgürlüğünden sonra doğal olarak tehlikede olduğunu dikkate almak zorundayız. Bu tehlike (ruh sağlığı anlamında), vurgunun (dalgıç hastalığının) ruhsal karşılığıdır. Baskıdan birdenbire kurtulan insanın, ahlaki ve ruhsal sağlığı da hasar görebilir.
  • Baskıdan kurtulmuş insanlar için değişen tek şey, eskisi gibi baskı altında olmak yerine şimdi artık baskıcı olmalarıydı. Kendilerine kötülük yapılmış bile olsa, hiç kimsenin kötülük yapma hakkına sahip olmadığı yolundaki sıradan gerçek ancak yavaş yavaş döndürülebilirdi.
  • Evine dönen tutuklu için, yaşanan onca şeyden çıkarılan onurlu deneyim, çekilen onca acıdan sonra Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkması gerekmediği yolundaki harika duyguydu.
2. Bölüm GENEL İLKELERİYLE LOGOTERAPİ
  • Logoterapi daha çok gelecek üzerinde, yani hasta tarafından gelecekte yerine getirilecek anlamlar üzerinde odaklaşır.
  • Nevrozların gelişmesinde böylesine büyük bir rol oynayan bütün kısır döngülü oluşumları ve geri-denetim (fedback) mekanizmalarını odaktan çıkarır. Böylece nevrotik bireyin tipik benmerkezciliği, sürekli olarak beslemek ve pekiştirilmek yerine, parçalanma sürecine girer. Hasta, yaşamının anlamıyla karşı karşıya getirilir ve bu anlama yönlendirilir.
  • LOGOS “anlam”
  • Kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışı, insandaki temel güdülendirici güçtür. (s113) 
ANLAM İSTEMİ
  • İnsanın anlam arayışı, yaşamındaki temel bir güçtür. Bu anlam sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel bir yapıdadır.
  • İnsan kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir.
  • Fransa’da birkaç yıl önce yapılan kamuoyu araştırması yapılmıştı. Bu araştırmaya göre; İnsanların %89’u, insanın uğruna yaşayacağı “bir şeye” ihtiyaç duyduğunu kabul etmişti. Buna ek olarak, araştırmaya katılanların %61’i, yaşamlarında, uğruna ölmeye bile hazır oldukları bir şey ya da bir insan bulunduğu yolunda sözler söylemiştir. (s114)
  • Bir başka istatistiksel araştırma da 48 üniversitede, 7948 öğrenci üzerinde, Johns Hopkins Üniversitesi’nden sosyal bilimciler tarafında yürütülmüştür. Kendileri için neyin “çok önemli” olduğu sorulduğunda, öğrencilerin %16’sı “çok para kazanmak” buna karşılık %78”i “yaşamımda bir amaç ve anlam bulmak” şıkkını işaretlemiştir.
VAROLUŞSAL ENGELLEME
  • İnsanın anlam istemi de engellenebilir, bu durumda logoterapi “varoluşsal engelleme” den söz eder. Üç şekilde kullanılabilir;
    1. Kendisini, yani özellikle insan olma durumunu anlatmak için,
    2. Varoluşun anlamı için,
    3. Kişisel varoluşta somut bir anlam bulmaya yönelik arayış, yani anlam istemi anlamında
NOÖJENİK NEVROZLAR
  • Noöjenik nevrozlar, itkilerle içgüdüler arasındaki çatışmalardan değil, daha çok varoluşsal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu tür sorunlar arasında anlam isteminin engellenmesi büyük bir rol oynar.
  • İnsanın kendi varoluşuna anlam bulma arayışının, hatta buna yönelik kuşkusunun, her durumda bir hastalıktan kaynaklandığını ya da böyle bir hastalığa yol açtığını kesinlikle reddediyorum.
NOÖ-DİNAMİKLER
  • Kuşkusuz insanın anlam arayışı içsel denge yerine içsel gerilim yaratabilir. Ne var ki, ruh sağlığının vazgeçilmez ön koşulu da işte bu gerilimdir. Dünyada kişinin en kötü şartlarda bile yaşamını sürdürmesine, yaşamında bir anlam olduğu bilgisi kadar etkili bir şekilde yardımcı olan başka hiçbir şey yoktur.
  • İnsanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok, uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir. İhtiyaç duyduğu şey her ne pahasına olursa olsun gerilimi boşaltmak değil, onun tarafından yerine getirilmeyi bekleyen potansiyel bir anlamın çağrısıdır. Yani kutbun birinin yüklenecek anlamla, diğerinin de anlamı verecek kişiyle temsil edildiği çift kutuplu bir gerilim alanındaki varoluşsal dinamiklerdir. (s119)
VAROLUŞSAL BOŞLUK
  • Varoluşsal boşluk, yirminci yüzyılın yaygın bir olgusudur. Bunun nedeni gerçek bir insan olduktan sonra insanın yaşadığı iki yönlü bir kayıp olabilir.
    • Bir hayvanın davranışlarını belirleyen ve güvence altına alan bazı hayvanca içgüdülerini kaybetmiştir.
    • Hiçbir içgüdü ona ne yapacağını söylemez. Hiçbir gelenek ona ne yapması gerektiğini söylemez; bazen neyi arzuladığını bile bilmez. Bunun yerine ya diğer insanların yaptığı şeyleri arzular (uydumculuk) ya da diğer insanların kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri yapar (totalitercilik).
  • Avrupalı öğrenciler arasında %25’inin şöyle ya da böyle belirgin varoluşsal boşluk gösterdiğini ortaya koymuştur. Amerikalı öğrencilerde %60 olarak gözlenmiştir. (s121)
  • İnsanlığın, bunaltı ve can sıkıntısından oluşan iki uç arasında sonsuza kadar mekik dokumaya mahküm olduğunu söyleyen Schopenhauer’i anlayabiliriz. Gerçekte bugün can sıkıntısı, bunaltıdan daha çok soruna yol açmakta. İlerleyen otomasyon, bir olasılıkla, ortalama çalışanın boş zamanında büyük bir artışa yol açacaktır. Bunun üzücü olan yanı, bu insanların, yeni kazandıkları boş zamanlarında ne yapacaklarını bilmemeleridir. Örneğin “Pazar günü sendromu”
  • Depresyon, saldırganlık, uyuşturucu vb. alışkınlığı gibi bu türden yaygın olguları, bunların altında yatan varoluşsal boşluğu kavrayamadığımız sürece anlayamayız. Emeklilerin ve yaşlı insanların yaşadığı krizler için de geçerlidir.
YAŞAMIN ANLAMI
  • Herkesin yaşamında özel bir mesleği veya uğruna çaba harcayacak bir misyonu, yerine getirilmeyi bekleyen somut bir görevi vardır. Ne onun yeri değiştirilebilir ne de yaşam tekrarlanabilir.
  • Kişinin yaşamın anlamının ne olduğunu sormaması, bunun yerine bu sorunun muhatabının kendisi olduğunu kavraması gerekir. Tek kelime ile her insan yaşam tarafından sorgulanır ve herkes, sadece kendi yaşamı için cevap verirken yaşama cevap verir, sadece sorumlu olarak bunu yapabilir.
VAROLUŞUN ÖZÜ
  • İkinci defa yaşıyormuşcasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşayın. Bana öyle geliyor ki başka hiçbir şey insanın sorumluluk duygusunu, onun ilk önce şu anın geçmiş olduğunu ve daha sonra da geçmişin değiştirilip düzeltilebileceğini düşünmeye çağıran bu özdeyiş kadar iyi kamçılamaz.
  • Logoterapi’nin rolü; ressam bize, dünyayı kendi gördüğü haliyle aktarmaya, göz uzmanı ise dünyayı gerçekte olduğu gibi görmemizi sağlamaya çalışır.
  • Yaşamın gerçek anlamının kapalı bir sistemmiş gibi kişinin kendi içinde ya da kendi ruhunda değil, dünyada keşfedilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.
  • Kişi hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir. Kendini gerçekleştirme denilen şey, hiç de ulaşılabilir bir şey değildir. Bunun da en basit bir nedeni vardır. Kişi buna ulaşmak için ne kadar çok uğraşırsa, bunu o kadar çok kaçıracaktır. Kendini gerçekleştirme, sadece kendini aşmanın bir yan ürünü olarak olasıdır.
  • Yaşamın anlamının her zaman değiştiğini ancak hiçbir zaman yok olmadığını üç farklı yoldan keşfedebiliriz.
    1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
    2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
    3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek
Yaşamda anlam bulmanın ikinci yolu, bir şey –iyilik, doğruluk, güzellik gibi- yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.

SEVGİNİN ANLAMI
  • Sevmediği sürece hiç kimse, bir başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz. Sevgi yoluyla insan, sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür.
  • Sevgi de cinsellik kadar temel bir olgudur. Normalde seks, sevgi için bir dışavurum biçimidir. Seks, bir sevgi aracı olur olmaz ya da sadece sevgi aracı olduğu sürece haklı görülür, hatta meşrulaştırılır.
  • Yaşamda bir anlam bulmanın yollarından biri acı çekmektir.
ACININ ANLAMI
·         Umutsuz bir durumla karşılaştığımız, değiştirilemeyecek bir kaderle yüz yüze geldiğimiz zaman bile, yaşamda bir anlam bulabileceğimizi asla unutmayalım. Çünkü o zaman önemli olan şey, kişisel bir trajediyi bir zafere, kendi zor durumunu bir insan başarısına dönüştürmek ve sadece insana özgü eşsiz insan potansiyeli olabildiğince göğüslemektedir. (s127)
Örnek; Doktor, iki yıl önce ölen ve her şeyden çok sevdiği karısını kaybetmeye alışamamıştı. “Sen ondan önce ölseydin ve karın seni yaşatmak zorunda olsaydı ne olurdu Doktor? “Ah” diye karşılık verdi. “ Bu onun için korkunç olurdu; Ne kadar acı çekerdi” Bunun üzerine “Görüyorsunuz ya Doktor, onu bu acıdan kurtaran sizsiniz; elbette bunun bedeli de şimdi sizin onu yaşatmak ve yasını tutmak zorunda olmanız” dedim. Tek kelime etmeksizin elimi sıktı ve büromdan ayrıldı. Bir anlam bulduğu anda acı olmaktan çıkıyor. Doktorun umutsuzluğu bir hastalık değildi ve ikincisi, kaderini değiştiremez, karısını diriltemezdim. Ama değişmez kaderine yönelik tutumunu değiştirmeyi başardığım andan sonra, çektiği acıda en azından bir anlam bulabilmiştir.
·         Anlam bulmak için acı çekmek kesinlikle gerekli değildir. Acı kaçınılabilir olduğu, durumlarda yapılacak en anlamlı şey, ister ruhsal veya fiziksel, ister politik olsun, acıya yol açan nedeni ortadan kaldırmak olacaktır.

META-KLİNİK SORUNLAR
·         Bugün bir psikiyatriste, giderek artan sayıda, onu nevrotik semptomlarla değil, insan sorunlarıyla karşı karşıya bırakan hastalar başvurmaktadır. Bu insanlardan bazıları eskiden papaza, rahibe ya da hahama giderdi. Şimdi ise çoğunlukla bu insanlar papaza gitmeyi reddetmekte.

BİR LOGODRAMA
·         “Seksen yaşındasınız ve ölüm döşeğindesiniz, geri dönüp çocuksuz ancak mali başarılarla dolu bir yaşamınız olduğunu görüyorsunuz. “ Böyle bir durumda ne hissediyorsunuz?      
CEVAP;  “Ben evli bir milyonerim, rahat bir hayatım vardı ve bunu yaşadım! Erkeklerle flört ettim; onlarla cilveleştim! Ama şimdi seksenimdeyim; kendi çocuğum yok. Yaşlı bir kadın olarak geri dönüp baktığımda, bütün bunların ne için olduğunu anlayamıyorum; aslında, yaşamımın, bir başarısızlık olduğunu söylemem gerek”
“bir çocuğu ölen kadın, diğer çocuğu ise çocuk felcinden ötürü sakat olan oğluyla baş başa kalmış kadına aynı soru soruldu.”
CEVAP; Kendi adıma huzur içinde geri dönüp bakabilirim; Çünkü yaşamımın anlamla dolu olduğunu ve bu anlamı kazanmak için çok çalıştığımı, elimden geleni yaptığımız söyleyebilirim. Yaşamım bir başarısızlık değildi.
·         Peki ya insanın, kozmosun evrimindeki bitiş noktası olduğundan emin misiniz? Başka bir boyutun daha olduğu, başka bir dünyanın, insan acısının nihai bir anlam bulacağı bir dünyanın olduğu düşünülemez mi? (s132)

NİHAİ ANLAM
·         İnsandan istenen şey, bazı varoluşçu felsefecilerin savunduğu gibi yaşamın anlamsızlığına katlanmak değil, yaşamın koşulsuz anlamlığını ussal terimlerle kavrama yetkisinden yoksun oluşuna dayanmaktır.
·         Neden iyi tanrıdan söz ediyoruz?  Kızımın bu sorusu üzerine, “Birkaç hafta önce kızamığa yakalanmıştın ve iyi tanrı seni iyileştirdi. Dedim. Peki ama baba lütfen unutma; her şeyden önce bana kızamığı gönderen o.” 

YAŞAMIN GEÇİCİLİĞİ
·         Yaşamdaki potansiyeller gerçekleşir gerçekleşmez, o anda gerçekliğe dönüşür; bunlar korunur ve geçmişe gönderilir ve burada geçicilikten kurtarılır, çünkü geçmişteki hiçbir şey geri kazanılamaz bir şekilde kaybedilmemiş, her şey geri dönülmez bir şekilde kaydedilmiştir.          
Bu nedenle varoluşumuzun geçici olması, bunu kesinlikle anlamsız kılmaz, ama sorumluluklarımızı oluşturur; çünkü her şey, bizim, öz itibariyle geçici olan olasılıkları gerçekleştirmemize bağlıdır. İnsan sürekli, mevcut potansiyeller yığınıyla ilgili olarak kendi tercihlerini yapar; bunlardan hangisi hiçliğe mahkûm edilecek ve hangileri gerçekleştirilecek? Hangi gerçek sonsuza göre ölümsüz, “zamanın kumları üzerindeki ayak izleri” kılınacak insanın, her an, şöyle ya da böyle, varoluşunun anıtının ne olacağına karar vermesi gerekir.
·         Yapılan hiçbir şey eski haline getirilemez ve hiçbir şey yok edilemez. Olmuş olmanın, varolmanın en emin biçimi olduğunu söylemek gerek. (s135)

BİR TEKNİK OLARAL LOGOTERAPİ
·         Kalabalıkla karşılaştığı zaman kızarmaktan korkan birey, gerçekte bu tür koşullar altında kızarmaya daha çok yatkın olacaktır. “arzu, düşüncenin babasıdır” deyişi, “korku olayın anasıdır” şeklinde değiştirilebilir.
·         Korkunun korkulan şeye yol açması gibi, zoraki bir niyet de zorla arzulanan şeyi olanaksız kılar.
·         Haz, yan ürün ya da yan etkidir ve öyle kalması gerekir ve kendi içinde bir amaç yapıldığı ölçüde yok edilmiş olur. Aşırı niyete ek olarak, aşırı dikkat ya da aşırı düşünme (hyper-reflection) de patojenik olabilir (hastalığa yol açabilir).
·         Uykusuzluk korkusu, uyumaya yönelik aşırı bir niyete yol açar. Bunun yerine tam tersini, yani yatakta olabildiğince uyanık kalmaya çalışmasını öğütlerim. (s141)
·         Beklentisel kaygıya karşı çelişik niyetin; aşırı niyet ve aşırı düşünmeye karşı da düşünce odağının dağıtılması (dereflaction) işleminin devreye sokulması gerekir; ancak düşünce odağının değiştirilmesi, hastanın kendi işine ve yaşamdaki misyonuna yönelişiyle mümkün olabilmektedir.

ORTAK NEVROZ
  • İnsan sonlu bir varlıktır ve özgürlüğü sınırlıdır. Bu, koşullardan özgürlük değil, koşullara yönelik bir tavır alabilme özgürlüğüdür.
PAN-DETERMİNİZMİN ELEŞTİRİSİ
  • İnsanın davranışlarını nasıl tahmin edebiliriz? Bir makinenin bir robotun hareketlerini öğrenebilir, bunun ötesinde insan ruhunun mekanizmalarını ya da “dinamik güçlerini” tahmin etmeye de çalışabiliriz. Ama insan ruhtan öte bir şeydir. 
3. Bölüm TRAJİK BİR İYİMSERLİK TARTIŞMASI
  • Bütün olup bitenlere karşın yaşama evet nasıl olası olur?
  • Mutluluk aranmaz; ortaya çıkması gerekir. İnsanın “mutlu olmak” için bir nedeni olmalıdır. Bu neden bulunduktan sonra mutluluk otomatik olarak gelir. İnsan, mutluluk arayışında değildir; belli bir durumda yapısal ve uykuda olan potansiyel anlamı gerçekleştirmek yoluyla mutlu olmak için neden aramaktadır. (S150)
  • İşsiz olmak, yararsız olmakla eşleştiriliyordu, yararsız olmak ise anlamsız bir yaşam sürmekle. Bolca sahip oldukları boş zamanlarını ücretsiz, ancak anlamlı bir uğraşla doldurmaya başladıkları an, ekonomik durumlarının değişmemesine ve duydukları açlığın aynı olmasına karşın, yaşadıkları depresyon ortadan kalkıyordu. Bundan çıkan gerçek, insanın sadece refahla yaşamadığıdır.
  • Bir film, binlerce bağımsız görüntüden oluşur, bunlardan her biri bir şey ifade eder ve bir anlam taşır; yine de son karesine gelinmedikçe filmin tamamının anlamı ortaya çıkmaz. Yaşamın nihai anlamı da, ölümüm eşiğinde ortaya çıkmıyor mu?
  • Kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç yolu vardır.
    1. Eser yaratmak ya da iş yapmaktır.
    2. Yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmektir. Başka bir deyişle sadece işte değil, sevgide de anlam bulabilir.
    3. Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Kişisel bir trajediyi bir zafere dönüştürebilir.
  • Acıyı alçaltıcı bulduğu için mutsuz olmakla kalmayıp, mutsuzluğundan ötürü bir de utanmak yerine, çektiği acıyla gurur duyması ve bunu onur verici bir şey olarak değerlendirmesi için pek fırsat tanımayan günümüz Amerikan kültüründeki bazı sağlıksız eğilimlerin dengelenmesine yardım edebileceği umudunu dile getiren Edith Weisskopf-Joelson olmuştur.
  • Long üç yıl önce geçirdiği bir dalış kazasından beri boynundan aşağısı felçli, kaza geçirdiğinde 17 yaşındaydı. Bugün ağız çubuğunu yazı yazmak için kullanabiliyor. Özel bir telefon aracılığıyla Community College’de verilen iki derse devam ediyor. Boş zamanlarını okuyarak, televizyon izleyerek ve yazarak geçiriyor. Long’dan aldığım bir mektup; “ Yaşamımı anlamla ve amaçla dop dolu görüyorum. Kaderimi belirleyen o gün benimsediğim tutum, yaşam parolam oldu; Belimi kırdı ama beni kıramadı. Sakatlığımın, başkalarına yardım etme becerimi geliştireceğine inanıyorum. Çektiğim acılar olmaksızın, ıulaştığım gelişim düzeyinin olanaksız olacağını biliyoru.”
  • Eğer acıdan kaçınılabiliyorsa, yapılacak anlamlı şey nedenini ortadan kaldırmaktır. Çünkü gereksiz yere acı çekmek, kahramanca değil, mazoşistçe bir tutumdur. Öte yandan eğer kişi acı çekmesine neden olan durumu değiştiremiyorsa, buna karşı tutumunu belirlemelidir. Boynunu kırmayı Long kendisi seçmedi, ama başına gelen şeyin belini bükmesine göz yummamaya kendisi karar verdi.
  • Avusturyalı kamuoyu araştırmacıları son günlerde, en çok sevgi duyulan insanların büyük sanatçılar, ünlü bilimciler, büyük devlet adamları ya da sporcular değil, yaşadıkları kötü kaderin efendisi olmayı başaran insanlar olduğunu göstermiştir.
  • Bir insanın suçunu tam olarak açıklamak, suçunu ortadan kaldırmaya ve kişiyi özgür ve sorumlu bir insan olarak değil, onarılması gereken bir makine olarak görmeye eşdeğer olacaktır. Suçluların kendileri bile bu tutumdan tiksinmekte ve yaptıklarından sorumlu tutulmayı tercih etmektedir.
  • İnsansınız ve bu nedenle suç işleme, suçlu olma özgürlüğünüz vardı. Ne var ki şimdi de suçluluğumuzun üstüne çıkacak, kendinizi aşarak, daha iyiye doğru değişecek, suçlu oluşunuzun üstesinden gelmekle sorumlusunuz.
  • Ortak suç kavramı konusunda kişisel olarak, bir insanı başka bir insanın ya da bir grubun davranışlarından sorumlu tutmanın hiçbir haklı temeli olmadığını düşünüyorum.
  • Yaşlıların gelecekte hiçbir fırsatı, olasılığı olmadığı doğrudur. Ama onlar, bunlar fazlasıyla sahiptirler. Gelecekteki olasılıklar yerine, geçmişin gerçeklikleri –gerçekleştirdekleri potansiyeller, buldukları anlamlar, değerler- var ve hiç kimse ve hiçbir şey bu değeri geçmişten koparamaz.
  • Bugünün toplumu başarı yönelimli oluşuyla tanımlanmaktadır ve sonuçta başarılı ve mutlu insanlara, özellikle de gençlere büyük değer verilmektedir. Böyle olmayan herkesin değerini özünde görmezlikten gelir ve bunu yaparken de onurlu olma ile yararlılık anlamındaki değerli olama arasındaki belirleyici farkı bulanıklaştırır. Kişi bu farkın bilincinde olmadığı ve bireyin değerinin sadece o andaki yararlılığına bağlı olduğunu savunduğu takdirde, inanın Hitler’in programıyla paralellik içinde acısız ölüm programını, yani, yaşlılık, hastalık, sakatlık, ruh hastalığı vb. nedenlerinden ötürü toplumsal yararlılığını kaybedenlerin “acı çekmeden” öldürülmesini savunmamasını, sadece söz konusu insanın kişisel tutarsızlığına borçlu oluruz.
  • Nihilizm, hiçbir şey olmadığını söylemez, ancak her şeyin anlamsız olduğunu savunur.
  • Büyük olan her şey ender bulunduğu gibi kavranması da zordur. (Spinoza)
  • Dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek. Bu nedenle uyanık olalım; iki anlamda uyanık olalım;
    1. Ausschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz.
    2. Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.

SON