19 Eylül 2015 Cumartesi

DÖRT ANLAŞMA (TOLTEK Bilgelik Kitabı) Don Miguel Ruiz

DÖRT ANLAŞMA (TOLTEK Bilgelik Kitabı)   Don Miguel Ruiz         


SUNUŞ
  • Toltekler bir yaşam sanatının uygulayıcısıdır.
  • Bir Toltek kendisini Doğa’nın ve Evren’in bir parçası olarak görür ve doğal yasalara uyumlu bir yaşam sürmeyi amaçlar.
  • Toltek “Bilgi İnsanı” anlamına gelir. 16. Yy önce Wirrarika diyorlardı.
  • Toltek’lere göre her şey cinsiyetsiz ve canlıdır.
  • Güneş ve gücünün, rüzgar ve beklenmedik davranışların erkek, Dünya ve sevgiyi öğretme derslerinin su ve hayat verme yeteneğinin dişi olduğu bilinir.
  • Toltekler dağıldıktan sonra kollara ayrılmıtır. Wirrarika, Aztek ve Maya.
  • Toltek dünyasının figürü tüylü yılan olarak bilinir. 
Dumanlı Ayna
  • Yıldızların ışığını yaratanın yıldızlar olmadığını fark etti. Işık yıldızları yaratıyordu. (s19)
  • Işık yaşamın bilgi taşıyıcısı idi. Işık canlıydı ve tüm bilgiyi ihtiva ediyordu.
  • Varolan her şey, tanrı dediğimiz tek Olan canlının, değişik ifadeleridir. Her şey tanrıdır.
  • Her şey, ışığı yansıtan ve bu ışıkla görüntüler yaratan bir aynadır. İllüzyon dünyası, Rüya kendimizi olduğumuz gibi görmeyi engelleyen bir duman gibidir. “Gerçek biz, saf sevgi, saf ışığız”
  • İnsanlar, kendilerini görebileceği bir aynaydı; “Herkes bir aynadır” Herkeste kendisini gördü ama hiç kimse onu kendileri gibi görmedi. 
Ehlileşme ve Gezegenin Rüyası
  • Gördüğümüz ve işittiğimiz her şey bir rüyadır.
  • Rüya, zihnin ana fonksiyonudur. Zihin günde yirmidört saat rüya görür. Beyin uyanıkken de uyurken de rüya görür. Aradaki fark; Beyin uyanıkken her şeyi lineer (sıra sıra) olarak algıladığımız somut bir çerçeve vardır. Uykuya daldığımızda bu çerçeve olmadığı için rüyaların sürekli değişme eğilimi vardır. (s25)
  • Gezegensel rüya, milyarlarca bireysel rüyanın oluşturduğu kolektif (aile, toplum, ülke vb) rüyadır.
  • Yeni bir insan doğduğunda, çocuğun dikkatini toplumsal rüyanın sayısız kurallarına odaklıyoruz ve bu kuralları onun zihnine empoze ediyoruz.
  • Dikkat, algılamak istediğimiz seyi ayırt edebilmek için gereken odaklama yeteneğidir.
  • Dikkatimizi kullanarak, algılamak istediğimiz şeyi zihnimizde ön planda tutmayı sağlayabiliyoruz. Etrafımızdaki yetişkinler dikkatimize istedikleri çengeli atıyor ve tekrar yoluyla zihnimize bilgiyi yerleştiriyor. Bildiğimiz her şeyi bu yolla öğreniyoruz. (s26)
  • Okula gittiğimizde, dikkatinizi öğretmenin size öğrettiklerine, kiliseye gittiğinizde papazın ya da vaizin söylediklerine verdiniz. Aynı sistem anne ve babanız, erkek ve kız kardeşleriniz tarafından da uygulanıyordu.
  • Dikkati üzerimizde toplama (ilgi) çok rekabet gerektirebilir. Çocuklar ebeveynlerinin, öğretmenlerinin, arkadaşlarının ilgisi için rekabet eder.”Bana bak! Bak, ne yapıyorum! Hey, ben buradayım. İlgi ihtiyacı gittikçe güçlenir ve yetişkinlikte de devam eder.
  • Dil, insanlar arasında anlayış ve iletişim kodudur.
  • Dilinizi konuşmak sizin seçiminiz değildi, dininiz ve ahlaki değerlerinizi siz seçmediniz. Kendi ismimizi bile seçen biz değiliz.
  • Çocuk olarak inançlarımızı seçme olmadı, ama toplumsal rüya bilgisi, insanlar aracılığıyla bize aktarıldığında anlaşmaya katıldık.
  • Bir bilgiyi depolamanın tek yolu, anlaşmaya katılmakla olur. Katıldığımız anda ona inanırız. Buna inanç diyoruz.
  • İnançlı olmak, koşulsuz olarak inanmak demektir.
  • Çocuklar yetişkinleri söylediği her şeye inanır. Büyüklerin anlaşmalarına katılırız ve inançlarımız güçlenir.
  • İnanç sistemi tüm yaşam rüyamızı kontrol eder. Sonuç, inançlara, anlaşmaya katılarak baş eğmektir. Bu süreç insanları ehlileştirme sürecidir. (s27)
  • Önce çocuğa şeylerin ismi öğretilir.
  • Ehlileştirmek için ceza-ödül yöntemi kullanılır. İstenileni yaptığımızda “iyi kız/oğlansın”, yapmadığımızda “Kötü kız/oğlansın”.
  • Defalarca cezalandırıldık/ödüllendirildik. Bir süre sonra hem cezalandırılmaktan hem de ödüllendirilmekten korkmaya başladık. Ödülümüz ebeveynlerimizin, kardeşlerimizin, öğretmen ve arkadaşlarımızın bize gösterecekleri ilgi ve dikkatti. (s28)
  • Bir süre sonra ödül alabilmeye, insanların ilgisini üzerimizde toplamaya ihtiyaç duyar hale geldik. Cezalandırılma ve ödül alamama korkusuyla, kendimiz olmayan farklı bir kişiliğe bürünürüz. Başkalarının bizi görmek istediği gibi biri olarak onların onayını almaya çalışırız. Bir oyuncu olmaya çalışırız. (s28)
  • Kendimiz olmaktan korkarız, çünkü kendimiz olduğumuzda reddedilmekten korkarız. Reddedilme korkusu, yeterince iyi olmama korkusuna dönüşür. Sonunda olmadığımız bir hale geliriz.
  • Tüm normal eğilimlerimiz, ehlileştirme sürecinde kaybolur, gider.
  • Bir şeyleri biraz olsun anlamaya başladığımız bir yaşa geldiğimizde, “hayır” sözcüğünü öğreniriz. Yetişkinler “Onu yapma bunu yapma” der. Biz zıtlaşmak için “Hayır” deriz. Çünkü özgürlüğümüzü korumak isteriz, ama biz çok küçüğüzdür, yetişkinler büyük ve güçlüdür. (s28)
  • Ehlileştirme öylesine güçlü olur ki, hayatımızın bir noktasında, artık kimsenin bizi ehlileştirmesine gerek kalmaz. Artık, kendi ehlileştiricimiz kendimiz oluruz. Kendi üzerimizde aynı ceza ve ödül sistemini kullanırız. (s29)
  • İnanç sistemi Yasa Kitabı gibi zihnimizi yönetir. Bu kitapta yazılanları hiç sorgulamadan kendi gerçeğimiz olarak kabul ederiz. Tüm yargılamalarımızı içsel doğamıza aykırı olsa bile Yasa Kitabına uygun yaparız. (s29)
  • Zihnimizde her şeyi ve herkesi yargılayan bir yargıç vardır. Ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini, ne düşünüp ne düşünmememiz gerektiğini, ne hissedip ne hissetmememiz gerektiğini, her şey yargıcın tiranlığı (diktatörlüğü) altındadır. Yargıç suçlu olduğumuza karar verir. Bu yargılamalardan payını alan ben’ dir.
  • Yasa Kitabına aykırı olan her şey, solar pleksus (karın bölgesinde) rahatsız edici hisler yaratır. Buna korku denir. (s30)
  • Yasa Kitabındaki her şey “doğru olan” olmalıdır. İnanç sisteminizle ilgili süpheye düşürebilecek her şey sizin güven duygunuzu tehdit eder. Bu yüzden kendi inançlarınızı sorgulamak için büyük cesarete ihtiyaç duyarız. (s30)
  • Gerçek adalet, her hatanın bedelini bir kez ödetir. Gerçek adaletsizlik, her hatanın bedelini tekrar tekrar ödetir.
  • İnsan, dünyada aynı hatanın bedelini binlerce kez ödeyen tek hayvandır. Diğer hayvanlar her yanlışlarının cezasını bir kez çeker. (s31)
  • Zihnimizde depoladığımız inançların yüzde doksanbeşi yalandır ve biz bu yalanlara inandığımız için acı çekeriz.
  • Toplumsal rüyayı, dinlerin tanımladığı cehennemle mukayese edersek aynı olduklarını görürüz. Dinler, cehennemi bir cezalandırma yeri, korku dolu, acı ve ıstırap çekilen bir yer, ateşin sizi yaktığı bir yer olarak tarif eder. Ateş, korkudan kaynaklanan duygularla yaratılır. Öfke, kıskançlık, nefret duygularını hissettiğimizde, içimizde bir ateşin bizi yaktığını hissederiz. Cehennem rüyasını yaşarız. (s32)
  • İnsanlık, gerçeğin, adaletin ve güzelliğin arayışını sürdürüyor. Gerçeği arıyoruz çünkü zihnimizde depoladığımız yalanlara inanıyoruz.
  • Her şey zaten içimizde olduğu halde, gerçeği adaleti ve güzelliği umutsuzca dışarıda aramayı sürdürüyoruz. Bulunacak bir gerçek yok.
  • Zihnimizde depoladığımız anlaşma ve inançlar gerçeği görmemizi engelliyor. (s32)
  • Yaşamak insanların en büyük korkusu. Ölüm, sahip olduğumuz en büyük korku değildir; en büyük korkumuz yaşamak için risk almaktan korkmamızdır.
  • Sadece kendimiz olarak yaşamaktan korkuyoruz. Hayatımızı, başka insanların taleplerini, beklentilerini karşılamaya çalışarak yaşamayı öğrendik.
  • Ehlileştirme sürecinde, yeterince iyi olabilmeye çabalamak için zihnimizde bir mükemmellik imgesi yaratırız. Herkes tarafından onaylanmak ve kabul görmek için nasıl olmamız gerektiğine dair bir imaj yaratırız. Ama bir türlü bu imaja uygun olamayız. Mükemmel olmadığımız için de kendimizi reddederiz. Kendimizi sahte, riyakar, dürüst olmayan biri gibi hissederiz. Kendimizin suni olduğunu hissederiz ve başkalarının bunu görmesini engellemek için sosyal maskeler giyeriz. (s33)
  • Başkalarını kendi mükemmellik anlayışımıza göre yargılarız. Doğal olarak onların da asla bizim beklentilerimizi karşılaması mümkün olmayacaktır.
  • Başkalarını memnun etmek adına onurumuzdan feragat ederiz. Kabul görmek adına bedenimize zarar vermeyi bile göze alırız. (s34)
  • Gençler esas problemin, kendilerini kabul etmemek olduğunun farkında olmuyor. Kendilerini reddediyorlar çünkü göründükleri gibi değiller.
  • Kendisini çok fazla horlayarak ve taciz ederek cezalandıran insan bununla da yetinmiyor, başkalarını da onu sömürmesi, horlaması ve kullanması için kullanıyor. Ama hiç kimse bizi kendimizden daha fazla sömüremez, hiç kimse bize kendimize zarar verdiğimizden daha fazla zarar veremez. (s35)
  • Başkalarının önünde bir yanlış yaptığımızda hatamızı kabul etmeyip ört pas etmeye çalışırız. Ama kendi başımıza kalır kalmaz, Yargıç öylesine üzerimize gelir ki, suçluluk duygusu öylesine güçlüdür ki, kendimizi aptal, kötü ve değersiz hissederiz. (s35)
  • Eğer birisi size, sizin kendinize verdiğiniz zarardan daha fazla zarar vermeye kalkarsa, sizi kendinizden fazla sömürmeye çalışırsa, o insandan uzaklaşırsınız. Ama sizi sizden birazcık az sömürdükleri ve zarar verdikleri sürece o ilişkiyi sürdürürsünüz ve sonuna kadar tolerans gösterir ve katlanırsınız. (s35)
  • Kendinizi çok fazla horlayan biri iseniz, birisinin sizi dövmesine, aşağılamasına, size pislikmişsiniz gibi davranmasına bile katlanırsınız. Niçin? Çünkü inanç sisteminiz söyle der: Bunu hak ediyorsun. Bu kişi benimle kalarak bana katlanıyor. Ben sevgi ve saygıya layik değilim.
  • Kendinize duyduğunuz öz-sevgi ne kadar çoksa, öz-zarar da o kadar az olur. Öz-zarar, öz-reddedişten kaynaklanır. Öz-reddediş ise, mükemmellik imajına sahip olup, asla bu ideale, bu mükemmelliğe erişememekten kaynaklanır.
  • Kendimizi reddetmenin nedeni mükemmellik imajına sahip olmamızdır. Bu nedenle kendimizi olduğu gibi kabul etmeliyiz; bu nedenle başkalarını olduğu gibi kabul etmeliyiz. (s36)
  • Kendimizle, başka insanlarla, tanrıyla, toplumla, anne babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanızla binlerce anlaşma yaptınız. Bu anlaşmalarda kendinize kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davrandığınızı belirlediniz. Sonuca, kişiliğiniz diyorsunuz.
  • Doyumlu ve haz dolu bir yaşam sürmek istiyorsanız, korku-temelli anlaşmalarınızı feshetme cesaretini göstermeniz gerekiyor. Korku temelli anlaşmalar çok enerji emerek bizi tüketir, sevgi temelli anlaşmalar ise az enerjiyle çok şey yaratır.
  • Her birimiz bir miktar bireysel güç ile doğarız. Ve bu gücü her gün biraz daha artırabiliriz. Ne yazık ki tüm bireysel gücümüzü önce tüm yaptığımız anlaşmaları yaratmakla, sonra da bunlara uymaya çalışmakla tüketiriz. (s36)
  • Anlaşmaları değiştirmeye hazır olduğumuz noktada, enerjimizi çalan korku temelli anlaşmalarımızı değiştirmeye yardımcı olacak çok yönlü dört anlaşma vardır. (s36) 
KULLANDIĞINIZ SÖZCÜKLERİ ÖZENLE SEÇİN
  • Sözler sizin yaratma gücünüzdür.
  • Her şeyi söz aracılığıyla gerçek kılarsınız. Hangi dili konuşursanız konuşun, niyetiniz söz aracılığıyla şekil bulur.
  • Söz, kendini ifade etme ve iletişim kurma gücüdür.
  • Söz büyü aracıdır.
  • Sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir.
  • İnsan zihni, sürekli tohumların ekildiği verimli toprak gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler ve kavramlardır.
  • Hitler, etrafındaki zihinlere korku tohumları gönderdi. Bu tohumlar çok güçlü büyüdü ve kitlesel yok ediş başarıldı. (s42)
  • Her insan bir büyücüdür. Sözümüzle bir insana büyü de yapabiliriz. Onu büyüden de kurtarabiliriz. Örneğin; Bir arkadaşıma rastlıyorum. Ve aklıma gelen ilk düşüncemi söylüyorum. Ona, “Hmmm! “Yüzündeki renk, kanser olacak insanların yüzündeki renk gibi” diyorum. Arkadaşım eğer sözümü dinlerse ve sözüme inanırsa sözümle anlaşma yapmış olur. Ve bir seneden daha az bir zamanda kanserden ölür.
  • Bir gün, bir kimse, zihninize yine bir başka sözle bir başka çapa atar. Bu, aptal olmadığınıza dair bir çapadır. Bu insanın söylediğine inanırsınız, yeni bir anlaşma yaparsınız. Sonuç olarak, artık kendinizi aptal hissetmezsiniz ve aptalca davranmazsınız. (S43)
  • Günah kendi doğana karşı yaptığın her şeydir.
  • Günahsız olmak demek davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir. Bu bakış açısıyla günah kavramı ahlaki veya dinsel bir şey olmaktan çıkar. Sağduyunun sesine dönüşür.
  • Dinsel terimle, öz reddediş “ölümcül günah” tır. Çünkü kişiyi ölüme götürür. Günahsız olmak ise yaşama yöneliktir. (s44)
  • Size aptal olduğunuzu söylediğimde, görünüşte bu sözü size karşı kullanmış olduğum izlenimini verir. Oysa gerçekten bu sözü kendime karşı kullanmış olurum.
  • Eğer kendimi seven biriysem, bu sevgiyi davranışlarımla size de gösteririm ve size sarf ettiğim sözlerde sevgimi ifade ederim. Bu davranış, benzer davranış tepkisi yaratır.
  • Sözünüzü özenli bir seçicilikle kullanmak “günahsız” sözler kullanmak enerjinizin doğru kullanımıdır. (s45)
  • Sözü kendimize karşı kullanıp duruyoruz. Sözle intikam planı yapıyoruz. Sözle dünyada karmaşa yaratıyoruz. Sözü ırklar, ülkeler, insanlar aileler arasında nefret yaratmak için kullanıyoruz.
  • Küçük kızın gittikçe yükselen tonda söylediği şarkı ve hareketliliği annesinin baş ağrısını iyice arttırmıştı. Bir an geldi ve anne kontrolünü kaybetti. Kızgınlıkla, küçük güzel kızına bağırdı “kes sesini! O çirkin sesini kes. Sus ve otur.” Gerçekte annesinin o anda herhangi bir sese karşı toleransı sıfırdı. Gerçek, küçük kızın sesinin kötü olması değildi. Ama küçük kız annesinin sözüne inandı. Küçük kız o andan itibaren bir daha şarkı söylemedi. Çünkü sesinin çirkin olduğuna inanmıştı. Okulda da içine kapanık, utangaç bir çocuk haline geldi. Derslerde bile şarkılara katılmıyordu. Hatta başkalarıyla konuşmakta bile zorlanıyordu. O artık sevgi ve kabul görmek için duygularını bastırması gerektiğine inanıyordu. (s47)
  • Herhangi bir fikri işitip ona inandığımızda bir anlaşma yaparız. Ve bu anlaşma inanç sistemimizin bir parçası olur.
  • Kara büyüyü bize yapanlar bizi seven insanlar oluyor. Ama bize ne yaptıklarının farkında olmaksızın. Bu nedenle onları affetmeliyiz, onlar ne yaptığını bilmiyor.
  • Büyüyü bozmanın tek yolu gerçeğe dayalı yeni bir anlaşma yapmaktır. Gerçek, sözünüzde “günahsız” olmanız için gereken en önemli niteliktir.
  • Kara büyünün en kötü şekli dedikodudur. Çünkü saf zehirdir. (s48)
  • Başkalarının size dedikodu yaptığı her an zihninize bilgisayar virüsü soktuklarını düşünün. Bu da zihninizin berraklığını yitirmesine neden olur. Siz de bu dedikoduyu, virüsü başkalarına bulaştırırsınız. Çünkü kendi karmaşanızı açıklığa kavuşturmanın ve zehirden biraz olsun kurtulmanın bu yolla mümkün olacağını sanırsınız.
  • Kara büyücülerin daha da kötüleri bilgisayar şifrelereini kıran bir “hacker” gibi virüsü bilerek yayar. (s50)
  • Sizin fikirleriniz sizin bakış açınızdan başka bir şey değil. Fikileriniz inançlarınızdan, egonuzdan ve bireysel rüyanızdan kaynaklanıyor. Zehri yaratıyoruz ve başkalarına yayıyoruz. Çünkü kendi bakış açımızın doğru olduğunu hissetmek istiyoruz. (s51) 
HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN
  • “Hey, sen aptalsın” “O aptal olduğumu nasıl biliyor? İçimi mi görüyor yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu? Kişisel algılamak, ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir. (s57)
  • Bireysel Önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsayarız.
  • Diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz. Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir.
  • Kişisel algılamak, sizi kara büyücüler için kolay bir av haline getirir.
  • Kişisel algıladığınızda, söylenenlerden rahatsızlık duyarsanız ve kendi inançlarınızı savunarak tepki gösterirsiniz. Bu tepkiyle çelişkiler ve çatışmalar yaratırsınız. (s58)
  • Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin, benim için bir önemi yoktur. Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam.
  • Siz mutluyken bana “sen bir meleksin”, kızgın olduğunuzda “sen şeytanın tekisin, çok kötüsün” dersiniz. Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez. Çünkü ben ne olduğumu biliyorum. Kabul görmek, onaylamak gibi bir ihtiyacım yok.
  • Bana “Söylediklerin beni incitiyor” da diyebilirsiniz. Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir. Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz. Sizi inciten sizsiniz. (s59)
  • Bana kızdığınızda, kendinizle uğraştığınızı bilirim. Ben size kızmanız için mazeret olurum. Kızarsınız çünkü korkuyorsunuz, çünkü korkularınızla uğraşıyorsunuz. Korkunuz yoksa bana kızmanız, benden nefret etmeniz, kıskanç ya da üzgün olmanız da mümkün değildir.
  • Korkusuz yaşadığınızda, sevgiyle yaşadığınızda bu tür duygulara yaşamında yer yoktur. (s60)
  • İnsanlar ne yaparsa, ne söylerse, ne düşünürse düşünsün kişisel algılamayın. Size ne kadar harika olduğunuzu söyleseler bile, bunu sizin yüzünüzden söylemiyorlar. Sizin harika olduğunuzu kendinizin bilmesi önemli.
  • Zihnin kendisiyle konuşma yeteneği vardır.
  • Başka boyuttan gelen bilgileri işitme yeteneği de vardır. Bazen zihnimizde bir ses işitiriz ve bu sesin nereden geldiğini merak edersiniz. Bu ses başka bir realite boyutundan gelmiş olabilir. Başka boyutta da insan zihnine benzeyen canlı varlıklar vardır. Toltekler bu varlıklara Allies (Dost) diyor. Avrupa, Afrika ve Hindistan’da bu varlıklara Tanrılar deniliyor. (s61)
  • Zihin uyanık realiteyi gözlerle görür ve algılar. Zihin aynı zamanda gözle görünmeyeni de görür ve algılar. Ama mantık bu ikinci algılamanın pek farkında olmaz.
  • Zihin çok boyutlu bir yaşam sürer.
  • Zihin kendisiyle konuşabilir ve kendisini dinleyebilir. (s61)
  • Zihnin bir kısmı konuşur, diğer kısmı dinler. Ama zihnimizin binlerce parçası aynı anda konuşmaya başladığında büyük problem yaşanır. Buna mitote deniliyor.
  • Zihnin çelişkilerinin üstesinden gelmenin tek yolu, tüm anlaşmalarımızın dökümünü yapmaktan geçer. Böylelikle çelişkinin nedenlerinin farkında olabilir ve mitote kaosunu düzene sokabiliriz.
  • Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Çünkü kişisel algıladığınızda hiçbir şey uğruna kendinizi acı çekmeye mahrum edersiniz.
  • İnsanların size doğruyu söyleyeceklerini beklemeyin çünkü onlar kendilerine de yalan söylüyorlar. Siz kendinize güven duymayı öğrendiğinizde başkalarının size söylediği şeylere inanıp inanmamayı seçme özgürlüğünü de kazanırsınız. (s63)
  • İnsanlar kendilerinin mükemmel olmadığının sizin tarafınızdan keşfedilmesinden korkuyor.
  • Birisinin söylediği ve yaptığı şey arasında fark varsa ve siz davranışa değil, söylenene kulak vermeyi seçerseniz, kendinize yalan söylemiş olursunuz.
  • Kendinize doğruları söyleyebilmek, sizin boş yere duygusal acı çekmenizi engeller. Kendinize gerçeği itiraf edebilmek size acı verebilir ama bu acıyla özdeşleşmeye ihtiyaç duymazsınız.
  • Birisi size sevgi ve saygıyla davranmıyorsa, o kişinin sizden uzaklaşması sizin için bir armağandır.
  • Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe kavuşursunuz.
  • Tüm dünya hakkınızda dedikodu yapsa bile, kişisel algılamadığımız zaman bundan etkilenmezsiniz. (s64)
  • Asla başkalarının davranışlarından sorumlu değilsiniz. Sadece kendi davranışlarınızdan sorumlusunuz. Bu anlaşmaya uyduğunuzda kimse size zarar veremez. O zaman alay edilme ya da reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye “seni seviyorum” diyebilirsiniz. O zama ihtiyacınız olan şeyi rahatlıkla isteyebilirsiniz. (s65) 
VARSAYIMDA BULUNMAYIN (s69)
  • Her şeyle ilgili varsayımda bulunma eğilimimiz vardır. Varsayımlarımızın, gerçek olduğuna inanmamızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. 
  • Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki gösteririz.
  • Yanlış anlaşılırız, kişisel algılarız ve hiç yoktan koskocaman bir drama yaratırız.
  • Yaşamımızdaki üzüntülerin ve dramaların kaynağında kişisel algılama ve varsayımda bulunmak vardır.
  • Genellikle varsayımlarımızla ilgili dedikodulara başlarız.
  • Doğrunun ne olduğunu bilmekten, karşımızdaki kişiyi açıklığa davet etmekten korkuyoruz. Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz.
  • Soru sormak daima varsayımda bulunmaktan iyidir. (s70)
  • Varsayımlar yaşamımıza acıları davet eder.
  • Hayal gücümüzün ürünü olan rüyalarımızı realite olarak tanımlama alışkanlığımız var. Çünkü bir şeyi anlamadığımızda, varsayımda bulunarak ona anlam vermeye çalışırız. Gerçek ortaya çıktığında rüya balonumuz patlar ve gerçeğin düşündüğümüz gibi olmadığını anlarız.
  • İlişkide varsayımlar kavgalarımızın, zorluklarımızın, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri yanlış anlamamızın nedenidir.
  • Kendimizi güvende hissedebilmek için her şeye bir anlam vermeye, açıklamaya, her şeyi anlamaya çalışmaya ve anladığımızın doğru olduğu konusunda haklı çıkmaya ihtiyaç duyarız. (s71)
  • Başkalarının neyi düşündüğüne ya da yaptığına dair varsayımlarda bulunuruz.
  • Varsayımlarda bulunarak bilme ihtiyacımızı doyuma ulaştırırız. Çünkü bu yolla iletişim kurmakla gelebilecek risklerden sakınırız. (s72)
  • İşittiğimiz bir şeyi anlamadığımızda bile, anladığımıza dair varsayımda bulunuruz. Ve varsayımla verdiğimiz anlama inanırız. (s72)
  • Anlamadığımız bir konuda her türlü varsayımda bulunuruz. Çünkü soru sorma cesaretine sahip değiliz.
  • Bir şeye inandığımızda o konuda haklı olduğumuzu varsayarız. (s72)
  • Herkesin hayatı bizim gibi algılaması gerektiğini ya da algıladığını varsayarız. Başkalarının bizim gibi düşündüğünü ve sömürdüğünü varsayarız. İnsanların en büyük varsayımı budur. İşte bu yüzden başkalarının yanında kendimiz olmaktan korkarız. Bu yüzden başkalarına bizi reddetme şansı vermeden, biz kendimizi reddederiz. Başkalarının bize yapacağı şeyi, bizim kendimize yapmamız daha güvenlidir. (s72)
  • Biz kendimizle ilgili varsayımda bulunuruz.
  • Yapacağımız şeyleri abartmamız ya da yapabileceğimizden çok daha düşük bir amaç edinmemiz, kendimize doğru soruları sormak ve yanıtını almak için zaman ayırmamamızdan kaynaklanır. (s73)
  • Eğer birisi değişiyorsa seçtiği içindir, sizin onu değiştirebilme gücünüzden değil. (s73)
  • Gerçek sevgi, diğer insanları değiştirmeye çalışmadan oldukları gibi kabul edebilmektir. Eğer onları değiştirmeye çalışıyorsak, bu, onlardan gerçekten hoşlanmadığımız anlamına gelir. (s73)
  • Hiç değiştirmek istemediğiniz birini bulun zaten istediğiniz gibi olan biriyle olmak, değiştirmeye çalışacağınız biriyle olmaktan daha kolaydır. (s74)
  • Eğer biri sizi değiştirmeye çalışıyorsa bu, sizi olduğunuz gibi sevmediği anlamına gelir. (s74)
  • Önce partnerinizle, sonra hayatınızdaki herkesle varsayımlara dayanan bir ilişki kurduğunuzu düşünün. Kurduğunuz iletişim tümüyle değişecektir ve ilişkileriniz, yanlış varsayımların yarattığı çelişkilerden dolayı yıpranmayacaktır. (s74)
  • Kendinizi varsayımlardan kurtarmanın yolu soru sormaktan geçiyor. İletişimin açık olmasına özen gösterin. Anlamadığınız bir şeyi sorun. Konu zihninizde netleşene kadar soru sorma cesaretini gösterin. O zaman bile bir durumla ilgili her şeyi bildiğinizi varsaymayın. Yanıtları aldığınızda gerçeği bildiğinizi varsaymayın. (s74)
  • Varsayımsız bir iletişim açık ve nettir, özenli bir iletişimdir. (s74)
  • Bilgi ya da fikir zihninizde sadece bir tohumdur. Fark yaratacak olan şey aksiyondur, bilgiyi hayata geçirmektir. Pratik yapmak, bir şeyi tekrar tekrar uygulamak iradenizi güçlendirir, tohumu besler ve yeni alışkanlığın yerleşmesi için sağlam bir temel oluşturur.
  • Daima yapabileceğinin en iyisini yap. (s79)
  • Her koşul altında, daima en iyisini yapın, ne daha fazla ne daha az. An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır.
  • Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir.
  • Günlük yaşamınızda duygularınızın andan ana, saatten saate, günden güne değişiklik göstermesi gibi, “en iyiniz” de zaman içinde değişime uğrayacaktır. (s79)
  • Çok fazla kendinizi zorladığınızda bedeniniz yorgun düştüğü için kendinize iyilik yapmış olmazsınız. Çünkü bu, amacınızı gerçekleştirmenizi geciktirir. (s80)
  • “En İyiniz” den daha az yaptığınızda ise kendinizi yargılarsınız, suçluluk ve pişmanlık duyarsınız. Kendinize saygı duymakta zorlanırsınız. (s80)
  • Çoğu insan, sadece bir ödül beklentisi olduğunda harekete geçer ama aksiyondan zevk almaz. İşte bu yüzden yapabileceğinin en iyisini yapmaz. (s81)
  • Yapmak zorunda kaldığınız için yaptığınız bir şeyde en iyisini yapmanız mümkün değildir. O zaman yapmamak daha iyidir. Ama her an yapabildiğinizin en iyisini yapmak sizi mutlu kılar.
  • Aksiyon, hareketlilik, dolu dolu yaşamaktır. Aksiyonsuzluk, yaşamı yadsımanın bir yoludur. (s83)
  • Aksiyon, adım atmak, harekete geçmek, canlı olmaktır. Canlı olmak risk almak ve rüyanızı ifade etmektir. (s83)
  • Tanrı hayattır. Tanrı yaşamın kendisinin ifadesidir.
  • “Seni seviyorum tanrım” demenin en iyi yolu, yaşamınızı en iyi yaparak yaşamanızdır. (s84)
  • “Teşekkür ediyorum tanrım” demenin en iyi yolu, geçmişi özgür bırakarak, anda yaşayabilmek, şimdi ve burada olabilmektir. (s84)
  • Yaşam sizden neyi alıyorsa, bırakın gitsin. Aktif bir teslimiyet duygusu içinde geçmişi bıraktığınızda, anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu andaki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir. (s84)
  • Siz bu dünyaya mutlu olmak için geldiniz. Sevmek, haz almak, sevginizi paylaşmak için geldiniz. Bunlar sizin yaşam hakkınız. Bu haklarınızı kullanın ve yaşamdan zevk alın. İçinizden akıp geçen yaşama tepki duymayın. Çünkü içinizden akıp geçen yaşam Tanrı’dır. Sizin varlığınız tanrının varlığının kanıtıdır. Sizin varlığınız yaşamın ve enerjinin kanıtıdır. (s85)
  • Tanrı için kanıt aramayın. Sadece olun, risk alın ve yaşamınızdan haz alın.
  • Daima sözünüzü özenle kullanabileceğinizi beklemeyin. Rutin alışkanlıklarınız çok güçlüdür ve zihninize kazınmış olabilir. Ama yine de yapabileceğinizin en iyisini yapabilirsiniz.
  • Hiçbir şeyi asla kişisel algılamayacağınızı beklemeyin. Sadece en iyisini yapın. (s85)
  • Asla bir daha varsayımda bulunmayacağınız anı beklemeyin. Ama yine de en iyisini yapabilirsiniz. (s85)
  • Daima en iyisini yaptığınızda, dönüşümün ustası olacaksınız. (s86)
  • Ayağa kalkın ve insan olun. Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun. Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin. Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hisetmesini sağlayın. Bu, bedeniniz için bir pudajdır. Bu, siz ve tarı arasında bir iletişimdir. (s86)      
ESKİ ANLAŞMALARI BOZMAK
·         Çok küçük bir çocuk duygularını ifade etmekten çekinmez. Sevgiyi hissettiğinde sevginin içinde erir ve sevmekten korkmaz. Bu tanım sağlıklı bir insanın tanımıdır. (s94)
·         Doğal insani eğilimlerimiz, hayattan zevk almak, oynamak, keşfetmek, mutlu olmak ve sevmektir. (s94)
·         Peki, yetişkin insana ne oldu? Neden farklılaşıyoruz? Neden özgür olamıyoruz? Bize olan şey “Yasa Kitabı”na (zihin) sahip olmamızdır. Büyük yargıç ve Kurbanın yaşamımızı yönetir duruma gelmesidir. (s94)
·         Gerçek siz, hiç büyümemiş olan içinizdeki o küçücük çocuktur. Bazen içinizdeki çocuk dışarı çıkar. O anlarda kendinizi mutlu hissedersiniz. Gerçek siz dışarı çıktığında geçmişe takılmazsınız ve gelecekle ilgili endişe duymazsınız. O anlarda çocuk gibi olursunuz. (s95)
·         Çocuk gibi olabilmeyi değiştiren bir şey vardır: Sorumluluk. Bu durumda yargıç devreye girer: “Bir dakika, sorumluluklarını düşün, yapman gereken şeyler var. Çalışmak zorundasın, okula gitmek zorundasın. Hayatını kazanmak zorundasın.” (s95)
·         Aradığımız özgürlük. Kendimiz olma özgürlüğü, kendimizi ifade edebilme özgürlüğüdür. Ama yaşamımızda yaptığımız şeylere baktığımızda çoğu yaptığımız şeylerin başkalarını memnun etmek, kabul ve onay görmek için olduğunu görürüz. (s95)
·         Farkındalık daima ilk basamaktır. Çünkü farkında olmadığımız bir şeyi değiştiremeyiz.
·         Toltek olabilmek için üç ustalığa sahip olamak gerekir;
1.     Farkındalık, kim olduğunuzun tüm olanaklarınızla birlikte farkında olabilmektir.
2.     Dönüşüm, Nasıl değişebileceğimizi, ehlileştirilmekten nasıl özgürleşebileceğimizi bilmek ve uygulamaktır.
3.     Niyet, niyet enerjinin dönüşümünü sağlayan bir yaşam faktörüdür.

Parazit Nedir?
Üzerinde yaşadığı canlıdan beslenen; beslendiği canlıya yararlı hiçbir katkıda bulunmayan, onun enerjisini emen, onu adım adım çökerten bir canlıdır. (s97)
Parazit, zihniniz aracılığıyla rüya görür ve yaşamını sizin bedeninizde sürdürür. Gıdası korku temelli duygularınızdır. nE kadar acı çekerseniz ve drama yaratırsanız parazit o kadar iyi beslenir. (s98)
Özgürleşmek için canavarı yok etmek gerekiyor;
  • Parazitin başlarına tek tek saldırmaktır. Bu da korkularla tek tek yüzleşmek anlamına gelir.
  • Paraziti beslemeye son vermektir. Beslemeyerek ölüme mahkum ederiz. Bunun için duygularımızı denetlemeyi öğrenmeliyiz.
  • Ölümün inisiyasyonu, sembolik bir ölümdür. Fiziksel bedene zarar verilmeksizin parazit öldürülür. Bu yol hızlıdır, zordur. (s99)

Tüm inançlarınızın kapsamlı bir dökümünü çıkarma ile dönüşümünüzde başlar. (s101)
Dönüşüm ustalığı, sizi mutsuz kılan tüm korku temelli anlaşmaları bozarak, zihninizi kendi seçtiğiniz biçimde yeniden programlamaktır.

Birisini affettiğinizi nasıl anlarsınız?
kişiyi gördüğünüz zaman artık duygusal reaksiyon göstermediğinde, o kişinin ismini duyduğunda duygusal tepki vermediğinizde. (s106)

Bir savaşçı ile bir kurban arasındaki fark, kurban duygularını bastırır, savaşçı duygularını denetler. Kurban duygularını bastırır, çünkü duygularını göstermekten, söylemek istediğini söylemekten korkar. Savaşçı duygularını denetler ve onları doğru zamanda ifade eder. Ne daha önce ne daha sonra. (s107)
            
           Temmuz/2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder