20 Aralık 2015 Pazar

MOMO (Michael Ende)

MOMO (Michael Ende)



·           Zengin ve yoksul, herkesin istediği şey aynıydı: Tiyatro izlemek. Sahnede oynananları kendi günlük hayatlarından daha gerçekmiş gibi görüyor ve başka bir gerçeği izlemeyi seviyorlardı.
·           Dinlemek büyük bir marifet
·           Dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu.
·           İnsan caddenin tamamına bakıp hemen bir karara varmamalı. Her zaman adım adım ilerlemeli, bir adım sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge, işte o zaman hayat zevkli olur.
·           Zamanın kısalığı uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Zaman yaşamın kendisidir. Yaşamın yeri yürektir.
·           Zaman tasarrufu yapanlar daha çok para kazanıp, daha çok harcıyorlar. Ama yüzleri asık, yorgun ve keyifsizler, gözleri dostça bakmıyor.
·           Çalışma yerlerinde, fabrikalarda, bürolarda insanın işini severek ve isteyerek yapmasının bir önemi yoktu. Önemli olan şey, ne kadar sürede ne kadar çok işin yapıldığıydı. ZAMAN DEĞERLİDİR-ONU YİTİRME veya VAKİT NAKİTTİR-BOŞA HARCAMA
·           Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değil. Yaşamlarının gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlar. Bu gerçeği sadece çocuklar taa yüreğinde hissederler.  Çünkü, artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yok.
·           Oyuncaklar, en küçük ayrıntılarına kadar öyle ince düşünülerek yapılmışlar ki, çocukların hayal kurmalarını gerektiren bir yanları kalmamış.
·           Harcın içine haddinden fazla kum katmak ne demektir bilir misin? Dürüst duvarcı ustasının vicdanı sızlar. Bunlar aslında ev bile değil, bunlar RUH AMBARLARI.
·           Yenemediğin kişiyle dost ol.
·           İnsanların zamanına hükmedenin gücü sınırsız olur.
·           Dünyada zamanın akışı içinde bazen önemli anlar vardır. Bu anlarda en uzak yıldıza kadar evrendeki her şey, YALNIZCA TEK BİR DEFAYA ÖZGÜ olmak üzere TEK BİR KONUM alır. Ne daha öncesinde ne daha sonrasında bu konum bir daha asla meydana gelmez. İnsanlar bundan yararlanmasını bilmiyorlar ve yıldız zamanları belirsizce kayıp gidiyor. Ama bunu bilen biri oldu mu, dünyada çok büyük olaylar olur.
·           Saatin kimseye yararı olmaz, Onu okumasını bilmeli.
·           Her insanın kendisine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zaman da yalnızca onda kaldıkça canlıdır, yaşar.
·           BİLMECE: Üç kardeşler oturur evde, Hiç benzemez birbirine üçü de, sen onları ayırt edeyim derken , dönüşürler çabucak birbirlerine, birincisi evde yoktur gelecek, ikincisi çıkmış gitmiş dönmeyecek, üçüncüsü en küçüğü evdedir, o olmazsa her ikisi ne edecek. CEVAP: GELECEK, GEÇMİŞ, AN)
·           Gelecek, geçmiş ve an’ın birlikte hükmettikleri ve onunla bütünleştikleri ülke ZAMANDIR.
·           Zamanı nasıl kullanacağına insanlar kendileri karar verir.
·           İnsanın yüreği zamanı algılamaya yarar, bütün bir yürekle algılanamayan zaman boşa gider, kaybolur.
·           Zaman içinde geriye doğru giden aslında sen kendinsin.
·           İnsanlar ölümün ne olduğunu bilselerdi ondan hiç korkmazlardı. Korkmayınca da kimse onların yaşam zamanını çalamazdı.
·           Çocuklar geleceğin insan hammaddesidir. Gelecek ise elektronik beyinlerin ve uzay araçlarının çağıdır. Çocuklarımızı bu yarının dünyası için yetiştirecek yerde, zamanı yararsız oyunlarla ziyan etmesine göz yumamazdık. Onun için büyük kentlerde evlerinde bakacak kimse bulunmayan çocuklar için “Çocuk Deposu” kuruldu. Oyunları bakıcılar öğreniyor, bu oyunlar hep yararlı bir hizmet şeklinde oluyordu. Çocuklar SEVİNMEYİ, HAYAL KURMAYI ve HEYECANLANMAYI unuttular.
·           Hayatta en tehlikeli şey, gerçekleşmiş hayallerdir.
·           Başkalarıyla paylaşılmayan zenginlikler insanı mahvediyor.
·           Gerçek zamanı ne bir saat nede bir takvim çözebilir. (Birkaç ay geçtiği halde, sanki çok uzun zaman geçmiş gibi geliyor yanılsaması)

Eylül/2015 

MAXIMILIAN PONDER’IN MUTEBER BEYNI(J.W. Ironmonger)

MAXIMILIAN PONDER’IN MUTEBER BEYNI

(J.W. Ironmonger)


İnsan aynı nenirde iki kez yıkanamaz, çünkü ne nehir aynı nehirdir, ne de insan aynı insan.

İki insan aynı oyunu göremez, aynı gün batımını izleyemez, aynı şarkıyı dinleyemez. Sadece gözler, kulaklar, persfektif değil farklı olan. Beyin filtrelerimiz, yani geçmiş bilgilerimiz de farklı.

ÖLÜM DÜŞÜNÜP DE DENEYİMLEYEMEYECEĞİMİZ TEK ŞEY.
Ölü olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyeceğiz. Çünkü eğer deneyimliyorsan hala hayattasın demektir.
Ölümden sonra hayat varsa, ölümü deneyimlemiş olmayız, değişik bir yaşam formunu deneyimliyor oluruz.
Ölünce seni hatırlayacak arkadaşların ve sevgililerin olabilir, ama çok geçmeden onlar da ölüp yanına gelecekler. Onları hatırlayan başka insanlar olabilir ama o başka insanlar seni hatırlayamaz. Eğer hatırlanmak istiyorsan dışarı daha çok çıkman gerek. İnsanlarla tanış da hatırlayacak bir şeyleri olsun senin hakkında.

Ne de olsa yok oluyoruz. Bir bulutun üstüne oturup tarihin neler göstereceğini izlemiyoruz ki. İkili durumdan bir tanesinde olabiliyoruz ancak; Ya ölüyoruz ya diri. Biri ötekini hariç tutuyor.

Ölü de diri de olmayabiliriz bir noktada belki de. Belki de hayatımıza bir tür ortak bilinç gibi devam ederiz. Nasıl desem, kolektifin bütün anılarının toplandığı tek bir zihin gibi.

Doğuştancılara göre insan zihnindeki bilgiler doğumdan önce programlanmıştır. Eğer İngilizsen, zihin İngilizceye programlanmış olarak doğuyordun ve eğitimin bir tür açığa çıkma süreci oluyordu, zaten orada olan şeyleri gün ışığına çıkarıyordu yalnızca.

Johnny Locke ve ampirist saz arkadaşları “Zihnin boş bir levha” olduğunu söylüyorlar. Hepimiz bomboş doğuyor ve deneyimlerimiz ve anılarımızla şekilleniyoruz. Seni sen yapanın zihninin içeriği olduğunu anladı o.


Aralık/2015

18 Aralık 2015 Cuma

KORKU ÜZERİNE (J.Krishnamurti)

KORKU ÜZERİNE (J.Krishnamurti)


Biz insanları gerçekten dilemiyoruz, yalnızca rastgele dinliyor ve bazı sonuçlara varıyoruz ya da açıklamalar arıyoruz.

Korkunun sebepleri;
Kendini bir başkası ile karşılaştırmak
Kendimizi ideolojik, psişik, fiziksel açılardan bir başkası ile karşılaştırdığımızda, onun gibi olmaya çalışırken, olamamak korkusu vardır. BU gerçekleştirmek isteğidir, ama gerçekleştirmeye yetkin olmayabilirsiniz. Karşılaştırmanın olduğu yerde korku vardır. 
Karşılaştırmanın olduğu yerde uygunluk göstermek, öykünmemek kaçınılmazdır.
Karşılaştırmanın gerçek anlamı, daha iyi, daha yüce, daha soylu olduğunu düşündüğümüz şeye dönüşmek anlamındadır.
Zihin, etkenlerin korkuyu ortaya çıkardığını görüyor ise, bunların algınanışı, destekleyici sebepleri sona erdirir.

Konum sahibi olma isteğimiz
Beni ilgilendiren, gösterdiğim gelişim, işim, ailem, yaşamda bana ait bir köşe, kendim için daha iyi bir konum, daha çok saygınlık, daha çok güç, başkaları üzerinde daha büyük egemenlik vb. elde etmektir.

İnsan temelde kendisi ile ilgilenir ve çeşitli ideolojik ya da geleneksel sebeplerden dolayı bunun yanlış olduğunu düşünür.

Başkasına yardım etmek size daha büyük bir doyum sağlıyor ise, siz kendinize daha büyük doyum sağlayacak olan ile ilgileniyorsunuz demektir.

Gerçekte aradığımız içinde hiç doyumsuzluğun bulunmadığı bir doyumdur.

Çoğumuz toplumda bir konum sahibi oluşun sağladığı doyumu özleriz, çünkü hiç kimse olmamak bizi korkutur. Konumun diğerleri tarafından tanınışı gerekir, yoksa konum sayılmaz.
 
Saygınlık, güç elde etmek, toplum tarafından bir biçimde önemli biri olarak tanınmak arzusu, başkalarını yönetmek isteğidir. Bu istek bir tür saldırganlıktır. İçsel bağlamda sefalet ve yıkıma yol açar. Nedeni korkudur.

Korkuya kapılmış zihin, çatışkı içinde yaşadığı için şiddet yüklü, çarpık ve saldırgandır.

Korkudan özgür olmadıkça karanlıkta yaşamaya mecburuz.

Fiziksel korku vardır, bizlere hayvanlardan kalan bir mirastır.  Bizi ilgilendiren kökleri derinlerde olan psişik korkulardır. Psişik korkuları anladığımızda hayvansal korkuları anlayabileceğiz.

Soyut bağlamda korku yoktur, her zaman bir şey ile ilişki halinde korku vardır.
·         İşini kaybetmek
·         Yeterince para bulamamak
·         Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü
·         Başarılı olmamak
·         Sahip olduğumuz konumu kaybetmek
·         Küçümsenmek, alay edilmek
·         Acı çekmek, hastalık
·         Sevilmemek
·         Ölüm

Korkudan kaçmak onu yalnızca büyütmektir.

Kendimiz ile olduğumuz gibi yüzleşmek istemeyişimiz.
Zihin, buna beyin de dahil, konuyu yenmeğe, bastırmağa, disiplin altına almağa, denetlemeğe, başka bağlamlara dönüştürmeye çalışır ise, çatışkı oluşur ve enerji kaybına yol açar.

Kendimize ilk yönelteceğimiz soru, korkunun ne olduğu ve bunun nasıl ortaya çıktığıdır.

Varoluş kalıplarının bozuluşunu istemem, çünkü bozulmuş bir bilinmezlik durumu yaratır ve ben bunu sevmem. Bildiğim ve inandığım her şeyden koparılırsam, yöneldiğim şeylerin durumundan emin olmak isterim.

Düşünce her zaman eskidir., çünkü düşünce belleğin yanıtıdır ve anılar her zaman eskidir düşünce, zaman içinde korktuğumuz duygusunu yaratır, ama bu gerçek olay değildir. Zihinde bir anı olarak kalan deneyim, “Dikkatli ol, yeniden hastalanma” düşüncesini doğurur.
Bizim korkumuz, eskinin (geleceğe yansıtılan şeyin düşüncesinin) yinelenişidir. Bu sebeple düşünce korkudan sorumludur.

Düşünce, deneyimler, bilgi, gelenekler, zaman aracılığı ile biriktirilen belleğe verilen yanıttır. Bundan yola çıkarak tepki veririz ve bu tepki düşünmektir.

Çoğumuz zihnimiz bir şeylerle uğraşsın isteriz, böylece kendimizi gerçekte olduğu gibi görmek imkanı engellenmiş olur. Boş olmaktan korkarız.  Korkularımıza bakmak bizi korkutur.

Siz türlü şeylerden korkarsınız, ama yalnızca tek bir korku vardır:

Gözlemleyen olarak,
a)      Yaşayan bir şeyi seyreden ölü bir varlık mısınız?
b)      Yaşayan bir şeyi seyreden canlı bir şey misiniz?
Gözlemleyenin içinde her iki durum da vardır. Gözlemleyen korkuyu istemez ve sansür uygular; gözlemleyen, korkuya ilişkin bütün deneyimlerinin toplamıdır. Gözlemleyen korku olarak adlandırdığı o şeyden ayrıdır. Aralarında uzaklık vardır. Sonsuza dek bunu yenmeye ya da kaçmağa çalışır. Korku ile kendisi arasında savaşır ve enerji kaybeder.

Korkunun bir parçası olduğunuzu gördüğünüzde korku tamamı ile sona erer.

Kişi, fikre değil de olana, gerçekleşene bakar ise, korkuyu yaratanın yalnızca düşünce , gelecek, yarın kavramı olduğunu görür. Korkuyu yaratan olgu değildir.

Bireysel zihin kesinlikle yoktur. Hepimiz birbirimizle ilişkiliyiz. Zihin ayrı bir şey değildir, bütünseldir. Hepimiz uygunluk gösteriyoruz, hepimiz korkuyoruz, hepimiz kaçıyoruz.

Enerji, herhangi bir yöne doğru devinmez ve bu sebeple patlar.

Karşılaştırılı düşünmeği, gelişim, evrim olarak adlandırırız ve bütün işlerimizde ve sosyal ilişkilerimizdeki ahlaksal, töresel, dinsel davranışlarımız buna dayanır.

Karşılaştırmak korkuyu doğurur.

Olgunluk bir insanın bütünsel doğal gelişimini gerektirir. Korku bütünsel gelişimi engeller.

Korkunun ne yaptığını incelemek ve onun bilincine varmak yolu ile korkuyu aşmak olanaklıdır.

Korkunun şimdiki etkilerinin tamamı ile farkında olan kişi, anında harekete geçer.
Korkunun etkilerini geçmişiniz söylüyor ise, hareket eksiktir ve dolayısıyla çelişkilidir, çatışkı yaratır.

Yalnızlık hissetmemek için bir şeye bağımlıyım, çünkü bu içimdeki boşluğu dolduruyor. Bağımlılık içimdeki boşluğu, yalnızlığımı, yetersizliğimi gösteriyor ve bu beni size bağımlı kılıyor.

Bilinmeyenden korkarız. Eskiye tutunuruz ve bu kaçınılmaz olarak korkuyu doğurur, çünkü yaşam değişiyor.

Korktuğunuzu fark ettiğinizde ne olur?
Kurtulmaya çalışırız. Onu bastırırız.  Onu ya bastırırsınız ya da ondan kaçarsanız, bu korkuyu arttırır. Korkudan kaçışın korkuyu güçlendirdiğini görmediğim sürece, kaçmaya devam ederim. Gördüğüm anda bundan kaçmam.

Korku hakkında öğrenmeyi istiyorsanız, korkmamak zorundasınız.

Korku güvensizlik duygusu mu demektir?
Bir çocuk tam güven ister, ama çalışan anne ve babaların sayısı artıyor. Anneler babalar kendileriyle, toplumdaki konumları ile, para kazanmak ile ve daha çok şeye sahip olmakla öylesine ilgileniyorlar ki, çocuğa tam güven sağlamaya zaman ayıramıyorlar.
Güvenlik yaşamın temel unsurlarından biridir. Bu herkes için geçerlidir. Güvenlik yoksa beyin, etkin ve sağlıklı bir biçimde işleyemez.
Korkunun olmadığı yerde, özgürlük yoktur, özgürlüğün olmadığı yerde sevgi yoktur.

Tanrı, komünizm, cehennem, cennet, yalnızlık, eş, aile vb. sözcükler, üzerimizde şaşılacak etkilere sahiptir. Bu sözcüklerin kölesiyiz ve sözcüklere köle olan zihin kesinlikle korkudan özgür değildir.
Zihin yorumlayış, kınayış ya da sözcüklerin engelleyişi olmadan dikkatlidir. Bu tür bir zihin, kendine ışık saçar, korkusu yoktur.

Dinler, cehennem ve benzer olgular aracılığı ile korkuyu beslerler, Devlet ve onun zorbalığından kaynaklanan korku vardır.

Korkudan kurtulamıyorum ne yapacağım? Derseniz;
Birisi size ne yapacağınızı söyleyecektir, ama siz her zaman o kişiye bağımlı olursunuz ve korkunun bir başka alanına giremezsiniz.

Sözcükler anıları ve çağrışımları ortaya çıkarır, ki bunların hepsi bilinçaltının bir bölümüdür, aynı zamanda korkuyu da oluşturur. Örnek: kanser sözcüğü duyduğunuzda kanser hakkında bütün fikir ve düşünceler zihne üşüşür.

Bilinçaltı; depolanmış bellektir. Bilinçaltı bir sözcük aracılığı ile canlanır. Bir koku bir çiçek çağrışım kurarsınız. Sözcük korkuyu yaratır, ama sözcük olgu değildir.

En güçlü korku, bilinmeyenden korkmaktır.
Korku bilinmeyendir. Korku her zaman bir şey ile bağlantılı olarak vardır, soyut korku olmaz. Korkudan özgür olmağı istiyorsam, onun hakkında sahip olduğum imgeyi yıkmak zorundayım ve o da benim hakkımda benimsediği imgeyi yıkmak zorundadır.

Herkes için korkular vardır, ama geçler için korkular oldukça yüzeyseldir. Yaşımız ilerledikçe, korkular daha karmaşık, zor, incelikli bir hale gelir. Yaş ilerledikçe yalnız bırakılmak, arkadaşsız kalmak, konumsuz kalmak gibi korkular ortaya çıkar.

Öğretmenden, anne babanızdan korkarsınız, sizi daha iyi denetleyebilirler. Öyleyse korku ahlak baskısı olarak kullanılır. Toplum, korkunun gerekli olduğunu, yoksa vatandaşların, insanların taşkınlık yapıp istedikleri gibi davranabileceklerini söyler. Korku insan denetlenişi için bir gereklilik halini almıştır.

Korku, insanı uygarlaştırmak için de kullanılır.
Dünya çapında dinler korkuyu, insanı denetleyiş aracı olarak kullandılar.

Korku, bir şey yapmak istediğinizde ve bunu yapışınız engellendiğinde ortaya çıkar
Öğretmen sizin nereye gittiğinizi buluyor ve siz cezalandırılmaktan korkuyorsunuz. Ama öğretmeniniz sizse şehre neden inmemek gerektiğini, temiz olmayan gıdalardan yememek gerektiğini açıklayıcı bir dille anlatır ise bunu anlarsınız. Sorun ortadan kalkar.

Korkudan özgür olduğunuzu göstermek için istediğiniz gibi davranmak ile zeki olamazsınız. Yüreklilik korkunun karşıtı değildir.

Korku diye bir şey yoktur, ancak zihnin yarattığı şeyler vardır. Zihin sığınmak ister, güvenlik ister, zihin kendini korumaya yönelik hırslara sahiptir. Tüm bunlar var olduğu sürece, korkularınız da olacaktır.

Korkuya nasıl bakacaksınız? Gizli kalmış yanları nasıl açığa çıkaracaksınız?
Düşler, uyanık kalınan saatlerdeki etkinliğin uyku sırasındaki devamıdır. Düşlerin değeri yoktur. Düşler her zaman hareket olduğunu ve uyanık saatlerdeki gibi düşlerde de bir şeylerin olageldiğini, bir sürekliliği gözlemlersiniz.

Dünkü acıyıu düşünmek, dünkü acının anısını içeren düşünce, yarın yeniden acı çekme korkusunu yaratır. Korkuyu oluşturan düşüncedir. Düşünce aynı zamanda hazzı da besler. Korkuyu anlamak için hazzı da anlamak zorundasınız.

Kökleri korkuda olan zihin, olayları doğru bir biçimde göremez.

Korkunun olmadığı anda hırs da yoktur, ama bir hareket vardır ki, yaptığınız şey onaylansın diye değil, bu şeyin sevgisi adına yapılır.

Korkuya verilen her türlü tepki, onu bir yana itip kaçmak, onu istenç, kararlılık, direnç, kaçış yolu ile örtmektir. Böylece korku sizi gölge gibi izler.

Korku ve sevgi birlikte var olmaz.

Katoliklik, Protestanlık, Hinduzim, Müslümanlık dinleri düşünceye dayanır ve düşünce tarafından kurulmuştur. Düşüncenin yarattığı ise kutsal değildir, yalnızca bir görüştür.

Gözlemlemek işlemi, korku oluştuktan sonra gerçekleşir. Gözlemlemiyorsunuz, korkuyu tanıyorsunuz. Tanımak zihni korkudan özgürleştirmez, güçlendirir. Korkudan farklı olduğunuzu hissedersiniz ve korkuyu işleyebilir, denetleyebilir, uzaklaştırabilir, akla uydurabilirsiniz. Böylece o korku hakkında bir şeyler yapmış olursunuz.

Gözlemleyenin gözlemlenen olduğu ilkesi, gözlemleyenin söz konusu korku olduğu gerçeğini bir kez kavradığınızda, gözlemlenen ile korku arasında bölünmek olmaz.

Gözlem büyük bir dikkat ve beceri gerektirir. Gözlemde yalnızca arı bir gözlem vardır, bu algılayışın düşünce tarafından yorumlanışı söz konusu olmaz.

Ölüm birdenbire birini bulduğunda, o anda olup biter. Ama gelecekte bir kalp krizi geçirebileceğinizi düşüncesi korkudur.

Düşüncenin, ki düşünce zamandır,  harekettir. Her türlü hareket zamandır. Psişik açıdan zaman yarındır, öyleyse yarın korkunun kökeni midir? Dün fiziksel anlamda acı çektiyseniz, bu acıyı dünle birlikte bitirerek, bunu bugüne ve yarına taşımayın.

Çoğumuz için özgürlük, gerçeklik değil bir fikirdir. İçsel ya da dışsal bağlamda, yeryüzünde özgürlüğün olmadığını sözel olarak anlayan zihnin, başka bir dünyadaki özgürlüğü, gelecekteki bir bağımsızlığı, cenneti, bunun gibi şeyleri yaratmağa başladığını görüyoruz.

Özgürlüğün güzelliği bir iz bırakmayışındadır. Kartal uçarken hiç iz bırakmaz, bilim adamı bırakır. Hem sözlü açıklam hem de sözsüz algılayış olmak zorundadır. Betimlemek (hayalinde canlandırmak) hiçbir zaman betimlenen şey değildir.  Sözcük hiçbir zaman “şeyin” kendisi değildir.

Düşünce psişik açıdan, belli bir güven oluşturduğunda, bu güven bozulsun istemez, düzenin her hangi bir biçimde bozuluşu, tehlikeyi simgele ve korku yaratır.

Birbirimizle ilişkimiz olmadığı zaman korku vardır. Biri diğerine egemen olur, ya ayrılırlar ya da yalnızca yatakta bir araya gelirler. Birbirimize karşı acımasız bir yaşam sürüyoruz.

Güneşin doğuşu ve batışı arasındaki süre zamandır.
                1 Fiziksel zaman (Ben böyleyim –yaşıyorum- ama ben böyle olmayacağım –öleceğim-)
                2 Psişik zaman (ben buyum –memur-, böyle olacağım –Yönetici-)
Gelecek ve geçmiş şimdi vardır. Ben tüm geçmişin bir sonucuyum, geçmiş şimdide kendini dönüştürür ve gelecek şimdidir. Öyleyse şu an geçmişi ve geleceği kapsayan şimdidir. Bu zamandır.

Zamanın korkuyla ilişkisi nedir?
Korkunun doğasını, niteliğini, yapısını görebilirsem, korku bitmiş demektir. Yalnızca dallarını budarsam, korku devam edecektir. Korkunun doğasını derinine irdeleyebilirsek, bundan bütünüyle özgür olabileceğiz.

Korku, zaman ve düşüncenin bir hareketidir.

Korku olgusu nedir?
Gerçek korku, korkunun soyutlayışı değil, olgusudur. Kişi soyutlamadan uzaklaşabilirse, olguyu ele alabiliriz. Ama her ikisi de sürekli birbirine paralel giderse, ikisi arasında çatışkı var demektir.

Bencilliğin olduğu yerde, korkunun ve korkunun bütün sonuçlarının oluşu da kaçınılmazdır.

Tüm dinlerin dünyasında bencillik baskındır.

Korku hiçbir zaman bir gerçeklik değildir. Şimdiden ya önce ya da sonradır. Şimdide korku varsa, korku vardır, kaçış yoktur.

Tam bir dikkat olduğunda korku yoktur. Dikkatsizlik olgusu korkuyu doğurur; korku, gerçek olgudan sakındığınızda, bundan bir kaçış olduğunda ortaya çıkar. O zaman kaçışın kendisi korkudur.

Fiziksel açıdan kendini korumak sağlıklıdır, normaldir.  Ama diğer her türlü kendini korumak içsel bağlamda dirençtir ve her zaman güç biriktirir, toplar, bu da korkudur. Bu içsel korku, dış güvenliği bir sınıf, saygınlık, güç sorunu haline getirir ve böylece katı bir yarış anlayışı ortaya çıkar.

Kendini anlamak bir uyanıştır ve korkunun sonudur.
Dikkatsizlikte deneyim vardır. Deneyim biriktiren, anıları toplayan, direniş duvarlarını ören işte bu dikkatsizliktir. Dikkatsizlik yoğunlaşmaktır. Dikkatsizlik halinde herhangi bir meydan okumaya karşı verilen her yanıt yetersizdir. Bu yetersizlik deneyimdir, deneyim duyarsızlığa sebep olur. Düşünce düzeneğini köreltir. Bellek duvarlarını kalınlaştırır ve alışkanlık, tekdüzelik norm’a dönüşür. Deneyim, dikkatsizlik özgürleştirici değildir.

Dikkat yoğunlaşmak değildir, yoğunlaşmak daraltmaktır, sınırlamaktır.

Yüzeysel dikkat, dikkatsizliktir.
Tam dikkat, yüzeysel ve gizli olanı, geçmişi ve bunun şimdiye olan etkisi ile geleceğe dönük hareketlerini içerir.
Tüm bilinç eksik ve sınırlıdır. Tam dikkat sınırlayışlarıyla birlikte bilinci içerir ve böylece sınırları, sınırlayışları kırmağa yetkindir. Tüm düşünce koşullanmıştır ve düşünce kendini koşullanışlarından arındıramaz. Düşünce zaman ve deneyimdir. Temelde dikkat etmeyişin bir sonucudur.

Tam dikkat nasıl oluşur?
Herhangi bir yöntem ya da dizge olmaz. Dikkat sonuç değildir. Sevginin bir sonuç olmadığı gibi. Doğru olanı bilseydiniz yanlış olmazdı. Doğru yanlışın karşıtı değildir. Sevgi nefretin karşıtı değildir. Nefreti bildiğiniz için sevgiyi bilmezsiniz. Yanlışı yanlış olarak görmek dikkattir. Dikkatsizliğin bütün yapısını görmek tam dikkattir. Dikkatli bir zihin, boş bir zihindir.

Temel dönüşümü ortaya çıkaran nedir?
Gizli ve açık olarak bilinç, tüm düşünce, duygu, deneyim düzeneği, zaman ve uzayın sınırları içindedir. Bu bölünmez bir bütündür.
Bilincin üst düzeyi kendini değiştirebilir, dönüştürür, yenileyebilir, yeni bilgi, teknik edinebilir, toplumsal ve ekonomik kalıba uymak için kendini değiştirebilir.
Bilinçaltı, gizli olan rüyalar aracılığıyla tepileri, istekleri, biriktirilmiş arzuları ima edebilir, bunlar hakkında ip ucu verebilir.

Meditasyon bilincin sınırlarını yıkar.

Sözcükler, duygu, düşünce her zaman arkalarında kül bırakır ve küller üzerinde yaşamak dünyadaki eğilimdir. Meditasyon tehlikelidir, çünkü her şeyi yıkar, geride hiçbir şey, arzunun fısıltısı bile kalmaz ve bu olağanüstü, ölçülemez boşlukta yaratmak ve sevgi vardır.

Kişisel ve profesyonel çözümleyiş, bilincin dönüşümünü sağlamaz. Her ne kadar mantıklı ve sağlıklı olsa da, us bilinci özgür kılmaz, çünkü us etki, deneyim ve bilgi tarafından örülmüş düşüncedir ve bunlar bilincin çocuklarıdır.

Yakın ve uzak arasında uzay vardır. Buradan oraya zaman bu uzaklığı kaplamak için gereklidir.

Bir varış var mıdır?
Varmak, üzüntü içinde ve korkunun gölgesinde olmaktadır. Düşünce, olan ile olmak gereken arasındaki uzayı kaplasın diye zamanı doğurur. Gerçek olanın zamanı yoktur, ulaşılacak bir hedefi, kat edilecek bir uzaklığı yoktur. Olgu vardır bundan başkası yoktur. İdeal başarı, hedef, gerçek olgudan bir kaçıştır. Olguda zaman ve uzay yoktur.

Olmak gereken zamanı ve uzaklığı, üzüntü ve korkuyu içerir. Olanın geleceği yoktur, zamanı besleyen düşünce,, olgu üzerinde işleyemez; düşünce olguyu değiştiremez, yalnız buradan kaçabilir ve kaçışa yönelik tüm dürtüler öldüğünde, olgu olağanüstü bir dönüşüm geçirir.

Düşünce bağlamında zaman yıkıldığında, herhangi bir yöne doğru hareket yoktur, kapsanacak alan yoktur, yalnızca boşluğun dinginliği vardır.

Yaşam her zaman etkin şimdidir.; zaman ise hep geçmişe ve dolayısıyla geleceğe aittir. Zamanın ölümü şimdide yaşamdır. Ölümsüz olansa, bilincinizdeki yaşam değil, bu yaşamdır.

Düşünce ve duygu ağı çerçevesinde sürekli korku ve üzüntü vardır. Üzüntünün sona erişi, zamanın sona erişidir.

Güç yetkeyi besler ve bununla, çatışkı, karmaşa ve üzüntü gelir. Yetke, buna sahip olan kişiyi ya da bunu arayanları yozlaştırır. Güç ne kadar çoksa, kötülük de o kadar büyük olur. Bu her insanın kaptığı bağrına bastığı ve tapındığı bir hastalıktır.

Güce son derece saygın ve kabul edilebilir kılınan hırs, başarı ve acımasızlık eşlik eder.

Bir şeyle birlikte yaşamak, onu sevmektir, ona bağlanmak değildir.
Yalnızlığın külleriyle yaşamak için büyük bir enerji gerekir ve bu enerji, artık korku olmadığından ortaya çıkar.

Zihin tamamıyla sessiz, uykuda, kesinlikle dingin olduğunda kendini yeniler.

Rüya, uyku aracılığıyla günlük etkinliklerimizin devamıdır, ama siz gün boyunca bir düzen kurarsınız yani uygunluk sağlarsınız. Boyun eğişin olduğu yerde düzen yoktur.

Korkuyu gözlemleyen olmadan gözlemleyebilir misiniz?
Gözlemleyen geçmiştir. Gözlemleyen korku olarak adlandırdığı tepkiyi, geçmiş bağlamında tanır; bunu korku olarak adlandırır. Böylece her zaman geçmişten şimdiye bakar ve bu sebeple gözlemleyen ile gözlemlenen arasında bölünmüşlük vardır.

Psişik açıdan, hiç korkmadığımızda, tanrılarınız, tapınacağınız simgeler, tapacağınız kişilikler olmaz. Psişik bağlamda olağanüstü özgürsünüz demektir. Korku aynı zamanda kişinin çekingen, endişeli oluşuna, bundan kaçmayı isteyişine yol açar ve böylece kaçış, korkudan daha çok önem kazanır.

Evrim, “tohumdan ağaca” anlamına gelir.

Düşünce ve zaman arasında bölünüş yoktur.

Düşünce korkunun köküdür.

Nisan / 2015