DOĞU YOLCULUĞU (HERMANN HESSE)
·
Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile
getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe
bürünüyor. Evet, bu da çok iyi bir şey, bu da çok hoşuma gidiyor, bir insanın
hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman
aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.
·
Dünya tarihi, insanların
en şiddetli, en kör arzusu olan unutma arzusunu
yansıtan bir resimli kitaptan başka bir şey değil. Her yeni kuşak bir önceki kuşağın en önemsediği şeyleri yasaklarla,
susup geçiştirmelerle, alaylarla yok etmiyor mu?
·
Cemiyetimizin bugün unutulan ya da dünya
tarafından alaya alınan eylem ve elemlerinin yeniden keşfedileceği gün de elbet
gelecek.
·
Doğu yolculuğunun bir özelliği de, tek tek her
katılımcının kendi özel hedefini belirleyebilmesi, hatta belirlemek zorunda
olmasıydı, hepimiz ortak idealler ve hedefleri
izler, ortak bir bayrağın altında mücadele eder görünürken, her birimiz en
büyük gücü ve en son tesellisi olarak kendi budalaca çocuk düşünü yüreğinde
götürüyordu. (s15)
·
Savaştan sarsılmış, sefalet ve açlıktan
umutsuzluğa kapılmış, kanından ve malından verdiği tüm kurbanların
yararsızlığını görerek derin bir hayal kırıklığına uğramış halkımız, o
günlerde, bazı hoş hayallerin yanı sıra gerçek ruhsal yücelmelere de açıktı.
·
İnananlar, kendini adayanlar kafilesi
Doğu’ya, ışığın yurduna, hiç durmadan,
ebediyen akıp gidiyordu.
·
İnsanlar, kendini adayanlar kafilesi Doğu’ya,
ışığın yurduna, hiç durmadan, ebediyen akıp gidiyordu.
Novalis’in sözü; Nereye gidiyoruz
böyle? Eve, hep eve.
·
Para, rakam ve zaman ile baştan çıkmış dünya
tarafından üretilen ve yaşamın içini boşaltan hiçbir mekanizmadan
yararlanmadık; bunlar arasında özellikle de makineler, trenler, saatler ve
benzeri şeyler vardı. (s17)
·
Pişmanlık tek başına işe yaramaz, af pişmanlıkla
satın alınmaz, hiçbir şeyle satın alınamaz.
·
Gençliklerinde ışık onları bir kez aydınlattı,
gözleri bir kez açıldı ve yıldızı izlediler ama sonra mantık geldi, dünyanın
alaycılığı geldi, yüreksizlik geldi, böylece kendilerini yeniden kaybettiler,
yeniden kör oldular.
·
Biz nasıl kendi yolumuza gidiyorsak, onlar da
kendi yollarına gidiyorlardı, her birinin kendi hayali, kendi arzusu, yüreğinde
gizli bir oyunu vardı.
·
Öyküyü anlatmakta zorluk çekmemin en büyük
nedeni, belleğimde tek tek imgelerin birbirinden çok farklı olması.
·
Anlatmanın bir
başka zorluğu da, bizim yalnız mekanlar arasında değil, zamanlar içinde de yol
almış olmamız.
·
Tek başıma kaldığım zamanlarda kendi geçmişimden
mekanlarla ve insanlarla sık sık karşılaştım.
·
Bizim tek hedefimiz Doğu’ya varmak değildi, daha
doğrusu “bizim Doğu”muz salt bir ülke ya da
coğrafi bir şey değil, ruhun yurdu ve gençliğiydi, hem her yerdi hem de hiçbir
yer, tüm zamanların yekvücut olmasıydı. Ben bunun yalnızca bir anlığına
bilincine varıyordum, ki o zamanlar tattığım büyük mutluluk da işte bundan
ibaretti.
·
Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi
yitirdiğinizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız. Benim mutluluğum,
düşlerdeki mutlulukla aynı gizden oluşuyordu. Akla gelebilecek her şeyi aynı
anda yaşama, iç ve dışın yerlerini kolayca değiştirme, zaman ve mekanı kulis gibi kaydırma özgürlüğünden oluşuyordu.
(s26)
·
Aslında en güzel
yaşantılar, onların ruhundan bizzat etkilenmiş olanlara anlatılabilir.
·
Sanatçıları
yarattığı imgelerin kesinlikle çok canlı olmasına rağmen, kendilerinin neden
bazen yarım insan gibi göründüğünü sordum. “Anneler de böyledir. Çocuklarını
doğurup onlara sütlerini ve güzelliklerini ve güçlerini verdikten sonra
kendileri görünmez olurlar, artık kimse onları arayıp sormaz. (s29)
·
Uzun ömürlü
olmak isteyen, hizmet etmek zorundadır. Fakat hükmetmek isteyen uzun ömürlü
olamaz. O zaman neden herkes hükümdarlık peşinde? Çünkü yasayı bilmiyorlar.
Hükmetmek için doğmuş olan çok az kişi vardır ve bunu neşe içinde yapar,
sağlıklarını korurlar. Diğerleri, sırf ikbalperestlik (yükselme hırsı) yüzünden efendi olanlar ise yok olup giderler.
(s30)
·
Bir nesneyi kaybettiğimiz anda bize olduğundan
çok daha değerli, elimizdekilerden daha vazgeçilmez görünmesi insanın bildik
zaaflarından.
·
Kaybolduğunu sandığımız şeylerden yavaş yavaş
yeniden ortaya çıkanlar, eksikliğini gereksiz yere fazlaca duyduğumuz ve değeri
hakkında çok yanıldığımız şeylerdi. Hiçbir
şey vazgeçilmez değil. (s33)
·
Belleğinde bir
dizi parlak başarı ve mucizeyi koruyan, fakat bunların bir kısmını sözle ya
da resimle, anlatı ya da şarkıyla sonraki
kuşaklara aktarmayı başaramadığı takdirde kendisiyle birlikte mezara götürecek
biri gibi görünüyordum.
·
Bağlam gibi, nedensellik gibi, anlam gibi bir şeyin
oluşabilmesi, dünyadaki herhangi bir şeyin anlatılabilir kılınabilmesi için
tarih yazarının bir dramatik ilke icat etmesi gerekir; Bir kahraman, bir halk,
bir fikir ve gerçekte anonimlikte gerçekleşen bir şeyi bu icat edilmiş dramatik
ilkeye uyarlaması gerekir. (s37)
·
Asla hesap kitap yapmayacak, mantıksal
nedenlerin beni yanıltmasına asla izin vermeyeceğim, inancın sözümona
gerçeklikten hep daha güçlü olduğunu bileceğim.
·
Savaşla ilgili yaşantılarda; Savaşı çok içerden
yaşadığımı sanıyordum, görüntülerle tıka basa doluyum, beynimdeki film şeridi
kilometre uzunluğundaydı sanki haritada silinmiş köyler ve ormanlar, ateş
salvosu altındaki deprem sarsıntısı, adilik ve büyüklüğün, korku ve
kahramanlığın, paramparça olmuş karınlar ve beyinlerin, ölüm korkusu ve zoraki
neşenin iç içe geçtiği karmaşık yumak ve bütün her şey tarifsiz derecede
uzaktı, yalnızca rüya görülmüştü, hiçbir bağlamı yoktu, kavranılmazdı. Bütün
bunlara rağmen savaş kitabımı yazdığımı, şimdi çok okuyan ve üzerinde çok
konuşulan bir kitap olduğunu biliyorsunuz.
·
İnsanın yaşantı
açlığından sonraki en büyük açlığı unutma açlığıdır. (s41)
·
Psikologlar hep daha uzun çöpü çeken
insanlardır.
·
Bir ıslığın ezgisi, tanıdık bir adımın ritmi,
yitirilmiş bir zamanın anısı bile beni bu kadar derinden etkileyebiliyor, bana bunca
mutluluk, bunca acı verebiliyorsa benim için her şey ne kadar köklü, ne kadar
müthiş bir biçimde değişmişti. (s47)
·
Nazik insanlara pek rastlanmıyor artık.
·
İnsanlar birbirinden çok farklıdır, genellikle
de hayli tuhaftırlar. Kimi zaman insan eskiden sevdiği bir şeyden zevk
almaz oluyor.
·
Yaşam, güzel ve mutlu olduğunda; Bir oyundur.
Elbette akla gelebilecek başka her şeye dönüştürülebilir yaşam, bir görev ya da
bir savaş ya da bir hapishane haline getirilebilir ama bu onu daha güzel
kılmaz. (s50)
·
İnsanın bir başkasını, hatta sırf kendini bile
tanıması bile mümkün mü? Ben insanlardan hiç anlamam. Beni ilgilendirmezler.
Köpekler, evet, onları gayet iyi tanırım, kuşları, kedileri de öyle.
·
Çaresizlik nöbetleri sık sık tekrarlansa da,
içimdeki güçlü intihar dürtüsü zamanla değişim geçirmiş, neredeyse yok olmuştu.
Ölüm, benim için bir hiçlik, bir boşluk, bir yâdsıma olmaktan çıkmıştı.
·
Doğu yolculuğunun anısını ayakta tutacak,
Cemiyeti yüceltecektim. Hummalı bir biçimde yazıyor, sayfaları alelacele
harflerle dolduruyordum, düşünmeden, inanmadan, yakınmadan, suçlamadan, kendimi
de suçlamadan fışkırıyordu sözcükler kırılan bir testiden suyun fışkırdığı
gibi, bir yanıt almayı umut etmeksizin, yalnızca rahatlama dürtüsüyle. (s55)
·
Istırap çok arttığında her şey düzelmeye başlar.
·
Yaşamın üstesinden erdemle, adaletle, sağduyuyla
gelmeye yönelik her ciddi denemenin sonucu umutsuzluktur. Umutsuzluğun bu
tarafında çocuklar, öteki tarafında aydınlanmışlar vardır.
·
Zamanla bir
figürdeki bütün toz diğerine akacak ve geriye bir tek figür kalacaktı; O
büyüyecek, ben de küçülecektim.
Ağustos/2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder