23 Eylül 2015 Çarşamba

DOĞU YOLCULUĞU (HERMANN HESSE)


·         Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor. Evet, bu da çok iyi bir şey, bu da çok hoşuma gidiyor, bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.
·         Dünya tarihi, insanların en şiddetli, en kör arzusu olan unutma arzusunu yansıtan bir resimli kitaptan başka bir şey değil. Her yeni kuşak bir önceki kuşağın en önemsediği şeyleri yasaklarla, susup geçiştirmelerle, alaylarla yok etmiyor mu?
·         Cemiyetimizin bugün unutulan ya da dünya tarafından alaya alınan eylem ve elemlerinin yeniden keşfedileceği gün de elbet gelecek.
·         Doğu yolculuğunun bir özelliği de, tek tek her katılımcının kendi özel hedefini belirleyebilmesi, hatta belirlemek zorunda olmasıydı, hepimiz ortak idealler ve hedefleri izler, ortak bir bayrağın altında mücadele eder görünürken, her birimiz en büyük gücü ve en son tesellisi olarak kendi budalaca çocuk düşünü yüreğinde götürüyordu. (s15)
·         Savaştan sarsılmış, sefalet ve açlıktan umutsuzluğa kapılmış, kanından ve malından verdiği tüm kurbanların yararsızlığını görerek derin bir hayal kırıklığına uğramış halkımız, o günlerde, bazı hoş hayallerin yanı sıra gerçek ruhsal yücelmelere de açıktı.
·         İnananlar, kendini adayanlar kafilesi Doğu’ya,  ışığın yurduna, hiç durmadan, ebediyen akıp gidiyordu.
·         İnsanlar, kendini adayanlar kafilesi Doğu’ya, ışığın yurduna, hiç durmadan, ebediyen akıp gidiyordu.
Novalis’in sözü; Nereye gidiyoruz böyle? Eve, hep eve.
·         Para, rakam ve zaman ile baştan çıkmış dünya tarafından üretilen ve yaşamın içini boşaltan hiçbir mekanizmadan yararlanmadık; bunlar arasında özellikle de makineler, trenler, saatler ve benzeri şeyler vardı. (s17)
·         Pişmanlık tek başına işe yaramaz, af pişmanlıkla satın alınmaz, hiçbir şeyle satın alınamaz.
·         Gençliklerinde ışık onları bir kez aydınlattı, gözleri bir kez açıldı ve yıldızı izlediler ama sonra mantık geldi, dünyanın alaycılığı geldi, yüreksizlik geldi, böylece kendilerini yeniden kaybettiler, yeniden kör oldular.
·         Biz nasıl kendi yolumuza gidiyorsak, onlar da kendi yollarına gidiyorlardı, her birinin kendi hayali, kendi arzusu, yüreğinde gizli bir oyunu vardı.
·         Öyküyü anlatmakta zorluk çekmemin en büyük nedeni, belleğimde tek tek imgelerin birbirinden çok farklı olması.
·         Anlatmanın bir başka zorluğu da, bizim yalnız mekanlar arasında değil, zamanlar içinde de yol almış olmamız.
·         Tek başıma kaldığım zamanlarda kendi geçmişimden mekanlarla ve insanlarla sık sık karşılaştım.
·         Bizim tek hedefimiz Doğu’ya varmak değildi, daha doğrusu “bizim Doğu”muz salt bir ülke ya da coğrafi bir şey değil, ruhun yurdu ve gençliğiydi, hem her yerdi hem de hiçbir yer, tüm zamanların yekvücut olmasıydı. Ben bunun yalnızca bir anlığına bilincine varıyordum, ki o zamanlar tattığım büyük mutluluk da işte bundan ibaretti.
·         Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi yitirdiğinizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız. Benim mutluluğum, düşlerdeki mutlulukla aynı gizden oluşuyordu. Akla gelebilecek her şeyi aynı anda yaşama, iç ve dışın yerlerini kolayca değiştirme, zaman ve mekanı  kulis gibi kaydırma özgürlüğünden oluşuyordu. (s26)
·         Aslında en güzel yaşantılar, onların ruhundan bizzat etkilenmiş olanlara anlatılabilir.
·         Sanatçıları yarattığı imgelerin kesinlikle çok canlı olmasına rağmen, kendilerinin neden bazen yarım insan gibi göründüğünü sordum. “Anneler de böyledir. Çocuklarını doğurup onlara sütlerini ve güzelliklerini ve güçlerini verdikten sonra kendileri görünmez olurlar, artık kimse onları arayıp sormaz. (s29)
·         Uzun ömürlü olmak isteyen, hizmet etmek zorundadır. Fakat hükmetmek isteyen uzun ömürlü olamaz. O zaman neden herkes hükümdarlık peşinde? Çünkü yasayı bilmiyorlar. Hükmetmek için doğmuş olan çok az kişi vardır ve bunu neşe içinde yapar, sağlıklarını korurlar. Diğerleri, sırf ikbalperestlik (yükselme hırsı) yüzünden efendi olanlar ise yok olup giderler. (s30)
·         Bir nesneyi kaybettiğimiz anda bize olduğundan çok daha değerli, elimizdekilerden daha vazgeçilmez görünmesi insanın bildik zaaflarından.
·         Kaybolduğunu sandığımız şeylerden yavaş yavaş yeniden ortaya çıkanlar, eksikliğini gereksiz yere fazlaca duyduğumuz ve değeri hakkında çok yanıldığımız şeylerdi. Hiçbir şey vazgeçilmez değil. (s33)
·         Belleğinde bir dizi parlak başarı ve mucizeyi koruyan, fakat bunların bir kısmını sözle ya da resimle, anlatı ya da şarkıyla sonraki kuşaklara aktarmayı başaramadığı takdirde kendisiyle birlikte mezara götürecek biri gibi görünüyordum.
·         Bağlam gibi, nedensellik gibi, anlam gibi bir şeyin oluşabilmesi, dünyadaki herhangi bir şeyin anlatılabilir kılınabilmesi için tarih yazarının bir dramatik ilke icat etmesi gerekir; Bir kahraman, bir halk, bir fikir ve gerçekte anonimlikte gerçekleşen bir şeyi bu icat edilmiş dramatik ilkeye uyarlaması gerekir. (s37)
·         Asla hesap kitap yapmayacak, mantıksal nedenlerin beni yanıltmasına asla izin vermeyeceğim, inancın sözümona gerçeklikten hep daha güçlü olduğunu bileceğim.
·         Savaşla ilgili yaşantılarda; Savaşı çok içerden yaşadığımı sanıyordum, görüntülerle tıka basa doluyum, beynimdeki film şeridi kilometre uzunluğundaydı sanki haritada silinmiş köyler ve ormanlar, ateş salvosu altındaki deprem sarsıntısı, adilik ve büyüklüğün, korku ve kahramanlığın, paramparça olmuş karınlar ve beyinlerin, ölüm korkusu ve zoraki neşenin iç içe geçtiği karmaşık yumak ve bütün her şey tarifsiz derecede uzaktı, yalnızca rüya görülmüştü, hiçbir bağlamı yoktu, kavranılmazdı. Bütün bunlara rağmen savaş kitabımı yazdığımı, şimdi çok okuyan ve üzerinde çok konuşulan bir kitap olduğunu biliyorsunuz.
·         İnsanın yaşantı açlığından sonraki en büyük açlığı unutma açlığıdır. (s41)
·         Psikologlar hep daha uzun çöpü çeken insanlardır.
·         Bir ıslığın ezgisi, tanıdık bir adımın ritmi, yitirilmiş bir zamanın anısı bile beni bu kadar derinden etkileyebiliyor, bana bunca mutluluk, bunca acı verebiliyorsa benim için her şey ne kadar köklü, ne kadar müthiş bir biçimde değişmişti. (s47)
·         Nazik insanlara pek rastlanmıyor artık.
·         İnsanlar birbirinden çok farklıdır, genellikle de hayli tuhaftırlar.  Kimi zaman insan eskiden sevdiği bir şeyden zevk almaz oluyor.
·         Yaşam, güzel ve mutlu olduğunda; Bir oyundur. Elbette akla gelebilecek başka her şeye dönüştürülebilir yaşam, bir görev ya da bir savaş ya da bir hapishane haline getirilebilir ama bu onu daha güzel kılmaz.  (s50)
·         İnsanın bir başkasını, hatta sırf kendini bile tanıması bile mümkün mü? Ben insanlardan hiç anlamam. Beni ilgilendirmezler. Köpekler, evet, onları gayet iyi tanırım, kuşları, kedileri de öyle.
·         Çaresizlik nöbetleri sık sık tekrarlansa da, içimdeki güçlü intihar dürtüsü zamanla değişim geçirmiş, neredeyse yok olmuştu. Ölüm, benim için bir hiçlik, bir boşluk, bir yâdsıma olmaktan çıkmıştı.
·         Doğu yolculuğunun anısını ayakta tutacak, Cemiyeti yüceltecektim. Hummalı bir biçimde yazıyor, sayfaları alelacele harflerle dolduruyordum, düşünmeden, inanmadan, yakınmadan, suçlamadan, kendimi de suçlamadan fışkırıyordu sözcükler kırılan bir testiden suyun fışkırdığı gibi, bir yanıt almayı umut etmeksizin, yalnızca rahatlama dürtüsüyle. (s55)
·         Istırap çok arttığında her şey düzelmeye başlar.
·         Yaşamın üstesinden erdemle, adaletle, sağduyuyla gelmeye yönelik her ciddi denemenin sonucu umutsuzluktur. Umutsuzluğun bu tarafında çocuklar, öteki tarafında aydınlanmışlar vardır.
·         Zamanla bir figürdeki bütün toz diğerine akacak ve geriye bir tek figür kalacaktı; O büyüyecek, ben de küçülecektim.


Ağustos/2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder